Dilara K. Tüfekçioğlu
18 eylül 2004 - Ocak 2005
BUGÜN…
Ceyhun… Geçen gün okuldan aradılar. Bir arkadaşının futbol topunu çalmakla suçladılar. Kibarca evi aramamı istediler. Aradım, bulamadığımı söyledim. Yoktu. Almış olabilir. Daha önceden de buna benzer… Karı-koca birlikte Ceyhun’la konuştuk. “Almadım” dedi. Haksız yere suçlandığını söyleyip ağladı.
Matematiği çok kötü. Onunla çalışıyoruz. Günde en fazla bir saat. Fazlasını kaldıramaz. Birlikte çalışmayı eğlenceli hale getirmeye çalışıyorum. İngilizce ve sosyal bilgileri de kötü. Ödevlerini yapmıyormuş. Oysa ben sorduğumda her seferinde ödevinin olmadığını söylüyor.
Burada bir dergi çıkaracağız. Senem ve Fuat da bu işin içinde. Yerel haberlerin yanında şiirler, öyküler ve benim yazacağım makaleler de yer alacak. Geçen gün yolladığım yazıyı gazete kabul etmemiş. “Aynı konuda bir çok yazı yayınladık gazetemizde, ilginize teşekkür ederiz” demişler.
SAHNE III: SÜRESİZ YATILI
Senem, Fuat ve ben bir kitap grubu kurduk, çevreden beş kişi daha bize katılıyor. Bülent de işi olmadığı zamanlarda katılacağına söz verdi. “O’nun bilgisinden yararlanmak lazım” dedim Senem’e. Evlerde toplanıyoruz. Geçen hafta ilkini benim evimde yaptık. Herkes evimizi çok beğendi. Ehhh doğruyu söylemek gerekirse epey uğraşıyorum, yerlerin cilası falan, hele Ceyhun’un odası…
İlk kitabımız Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna”sı idi. Bu çevreye bunun uygun olduğunu söyledi Bülent. Haklı da, üstelik adı bu kadar bilinen ama buna karşın neredeyse hiç okunmayan başka bir yazar var mı? Bir de tabii yazarının hayat hikayesi…
Hayat hikayesini ben hazırladım anlattım. Komik ama anlattıklarımı not tutan bile vardı. Yeni bir yazıya başladım. “Körfez Savaşı ve Kriz” üzerine olacak bu yazı. Yıllar önce makalemi yayınlayan o dergiyle konuştum. Gönderin bir bakalım dediler. Bu arada dergi işi iyi gidiyor. Fuat bir matbaacı tanıdığıyla anlaştı. Bir de dergiye reklam verecek birkaç esnaf bulduk. Tutarsa reklam vermeye devam edeceklerini söylediler.
Ceyhun odasında mı? Son günlerde epey arkadaş buldu sanırım, artık odaya kapanmıyor. Arkadaşlarının kim olduğunu öğrenmem lazım.
Bugün Büyükamca geliyor. Bülent O’nu almaya İstanbul’a gitti. Durumu beni biraz korkutuyor. Bana vereceği yükten çok bu ev artık tamamen bana ait olmaktan çıkacak. Oysa Bülent’le Ceyhun’un evde olmadığı anlarda bu ev bana huzur veriyordu. Yazılarım… müziğim… sonuna kadar sesini açıp müzik dinlemek mümkün olacak mı bundan sonra? Ama belki korktuğum gibi olmaz. Hatta kafa dengi bir dost bile kazanmış olurum belki bu arada. Zaten Bülent de yardımcı olacağını söyledi. Ona çok güveniyorum. Bu zamanda böyle bir eş kolay bulunmaz. Her zaman kibar her zaman anlayışlı. Yalnız Ceyhun bu yeni olaya çok tepki gösterdi. Gerçi karıkoca onunla iyi bir konuşma yaptık ama o tiksinti dolu bir sesle “burayı düşkünler yurdu falan mı zannetmiş" dedi. Arkasından da; “bir felçli mi o? Şimdi odasına lazımlık da ister bu, hem de benim yanımdaki odada kalacak. Başka yer bulamadınız mı o’na verecek?" diye söylendi durdu. İnsanlıktan hiç nasibini almamış. Gerçi Büyükamca çok sorun çıkarırsa bunu Bülent’e söylemekten çekinmeyeceğim. Aslında, iyi bir huzurevinde yaşayacak kadar da parası var.
(kapının açılma sesi duyulur)
(Amca oturur, Elif çay ve kek getirir)
Burada ilk yılbaşımız. Neşe ile eşi bugün bize yatılı geliyorlar. Senem ve Fuat da gelecek. Ama en önemli haber bu değil. Dergimiz bugün matbaadan çıkıyor. Gelirken Bülent getirecek. İlk sayıyı bedava dağıtacağız. Apartmanlara, esnafa. Eh artık ikinci sayıdan itibaren kaça satacağımızı kararlaştırırız. İçinde iki tane yazım var. Bir tanesi şu Körfez Savaşı ile ilgili olan. Senem ve Neşe de iki yazı yazdı. Bu arada çevremizdeki önemli, sıra dışı insanları araştırdık, onlarla röportajlar yaptık. Böyle bir dergi de yerel unsurlara da yer vermeli tabii, başka türlü tutmaz. Ama bir de tutarsa. Müthiş bir şey olacak. Ne demişler “ufak değişimler”le başlar büyük toplumsal dönüşümler. Hepimizin önce kendi çevresini şöyle bir sarsması lazım. Nihayet… Ne büyük bir girişim. Büyükamca buraya geleli beş ay oldu. (oldu mu?) Ama yok, çok korktuğum gibi çıkmadı. Kahvaltısını ve öğle yemeğini hatta çoğu akşam yemeğini mutlaka yatağında yemek istiyor. Aşağıya çok nadir iniyor o da daha çok misafirimiz geldiğinde. Bir de şu kitap okuması, ne kadar çok okuyor. Evdeki bütün kitapları neredeyse bitirdi. Ben de Halk kütüphanesine üye oldum, O’na oradan kitap taşıyorum. Ne güzel böyle okuyabilmek. Ceyhun biraz örnek alsa diye umuyordum ama yok o çizgi romandan başka bir şey okumuyor. Odası çizgi roman dolu, binlerce defa okuduğu çizgi romanlar. Çoğu zaman da tırnaklarını yiyerek dışarı bakıyor. Sanki onları da okumuyor gibi…
SAHNE V: SIKIŞMA
(sahne ikiye bölünmüştür: amcanın odası ve salon)
Buraya taşınalı on yıl olmuş. Zaman ne çabuk geçiyor. Büyükamca’nın buraya gelişinden beri on koca yıl. Yeni bir yazı yazmaya başladım. Büyük duvarın yıkılışı üzerinden kaç yıl geçti? Ya Körfez Savaşı’nın, Büyük Kriz’in, Doğu’da binlerce kimsenin ölümüne neden olan savaşın üzerinden? Her şey bugün olmuş gibi geliyor bana. Öyle mi yoksa? Yeni yazım, insan hakları üzerine olacak, ha bu arada kadın hakları üzerine de bir şeyler yazmak iyi olabilir. Ya da Avrupa Birliği süreciyle bağlantılı güncel siyaset ekseninde bir şeyler. Her şey o kadar hızlı değişiyor ki. Okumakta geç kalıyorum. Yazdığım her yazımı bir başka kişi önceden yazmış oluyor. En çok da buna şaşıyorum. Neyse ki Bülent bu aralar iyi yazıyor, iyi okuyor. Tabii onun işinde okumadan yazmadan olmaz, “üretemezsen işin biter” diyor Bülent. Çok haklı. Arada İstanbul'a falan gidip konferanslara katılıyor, iyi konuşur. Geleceğinin parlak olduğunu söylüyor Senemle Fuat. Kim bilir belki de İstanbul’da bir üniversiteye geçerse, Ceyhun da belki rahatlar.
Dersleri yine kötü. Artık büyüdü. Hiç kız arkadaşı yok. Var mı yoksa. Ama onu hiç kimse aramıyor. Bir ara eşcinsel olduğundan bile şüphelendim. Hatta Bülent’e bir hafta sonu gezisi yapmalarını önerdim. Baba oğul yani. Konuşmaları iyi olurdu. Oysa daha tuhaf oldu. Bülent sabah çadırda uyandığında onu tepesinde tüfeği kendine doğrultmuş bir şekilde beklerken bulmuş. Buna inanamadım.
Büyükamca her gün daha da kötülüyor. Kodeinli şurup içtiği için saatlerce uyuyor. Artık hiç aşağı inmiyor. Neyse ki tuvalete kalkıyor. İyi ki öyle. Beterin beteri vardır diye boşuna dememişler. Bugün teyzem geliyor. Her yıl gelir ama bu aralar ona daha fazla ihtiyacım var galiba.
SAHNE I: DÖNEMEÇ
Hatıra Defteri:
Bugün Ceyhun’ un ODTÜ’yü kazandığını bildiren telefonu geldiğinde nasıl sevindiğimi anlatamam. Arkadaşları ile güneyde bir yerlerde tatilde. Sabah hemen internetten bakıp öğrenmiş sonuçları. Gerçi o, Boğaziçi Üniversitesi’ni istiyordu ama olsun bu da güzel. İyi bir mühendis olacak. Bunca çabadan sonra ne güzel bir sonuç bu. Minnoş bu aralar iyi değil. Büyükamca artık tuvalete bile zor gidiyor. Arada yatağa kaçırmaya başladı mı yoksa bana mı öyle geliyor. Doktor hiçbir şey söylemiyor. Yaşlılık diyor. Kodeinli o şurup çabuk bitmiyor mu?
Bugün Ceyhun bana çok güzel bir mail atmış. Nasıl memnun oldum onu okuyunca genç bir kızla tanışmış. Adı Deniz. İsmi gibi mavi parlak gözleri varmış, Ceyhun ile aynı sınıfta. Babası Denizli’nin ünlü işadamlarından biriymiş. Nihayet oğlum aradığı kızı buldu galiba. Demek bunca yıl kendini Deniz için saklamış. Onunla tanışmak için sabırsızlanıyorum. Bugün Teyzem geliyor. Ona ihtiyacım var.
SAHNE II: TÜKENİŞ
SAHNE III: VAROLUŞ
Hatıra Defteri:
Ceyhun ve Deniz dün muhteşem bir düğün töreni ile evlendiler. Ceyhun çok mutlu. B. de nikaha geldi. Kızın ailesi tanınmış bir aile olduğu için düğünde bayağı ünlü sima vardı. Daha mezun olmadılar ama birlikte yaşayabilmek için başka yolları yoktu. Sanırım Deniz’in ailesi bu konuda ısrar etti. Haklı olabilirler. Önemli olan çocukların mutluluğu. Ne kadar iyi bir çocuk. Son günlerde bana adeta direk oldu. Ona yaslanıyorum. Bu aralar yeni bir yazıya başladım. Amerikanın 11 Eylül sonrası politikasını ele almaya çalışacağım. Olguları haftalardır topluyorum. Yazımda Amerika’nın saldırganlığının arkasında büyük petrol şirketlerinin olduğunu kanıtlamaya çalışacağım. Bir yerde yayımlatamazsam bile e- gruplardan birine gönderirim. Yazı yazıdır. Hem e-grupların üye sayısı kimi gazetelerden daha çok. Bir de şu kültürel haklar meselesi var. Anadil üzerine bir şeyler okumam lazım. Niye şu duvar yıkıldı diyesim geliyor zaman zaman…
Hatıra Defteri:
Çocuklar Amerika’da, Kıvılcım için çok güzel bir kazak örüp göndermiştim. Şimdi beş yaşında. Gönderdiğim kazakla bir fotoğrafını çektirip göndermişler. Ne de yakışmış. Tıpkı Ceyhun’a benziyor. Hele bakışları, ışıl ışıl. İnsanı delip geçiyor sanki. Keşke Bülent hayatta olsaydı da bu günleri görebilseydi. Ne kadar düşkündü Ceyhun’a, özellikle böyle güzel bir torun onu ne kadar mutlu ederdi. Eminin o da çocuklarla birlikte Amerika’ya gitmeye kalkardı. Kıvılcım’ın heykelini epeyi ilerlettim artık son rötuşlarını yapıyorum. Onu da diğer heykellerin yanına koyacağım. Kim bilir ileride belki bütün salonu bunlarla doldururum hatta bir sergi açarım neden olmasın?
18 eylül 2004 - Ocak 2005
TANIŞMA
(hatıra defterindeki
yazı, film veya slayt olarak perdeye
yansır)
BUGÜN…
Bugün Pınaroğlu ailesi
taşınıyor. Artık İstanbul yok. Olsun. Ne gam. Bülent iş buldu ya… En fazla iki
saatlik bir mesafe değil mi İzmit - İstanbul arası. Atlar geliriz. Yeni evimi
çok seviyorum. İki katlı ve bahçeli. Burada böyle bir evde oturmak için binlerce lira para vermek gerekirdi. Zaten yıllardır apartmanlar arasında soluksuz, manzarasız yaşadık. Bunun oğlumuz Ceyhun’a da iyi geleceğini
söylüyor Bülent. Ceyhun on yaşında oldu artık, bisikletle gezebileceği boş
alanlar nerede var İstanbul’da. İşte bunlar günceme geçirilmeye değer şeyler.
20. yaşgünümde hediye vermişti bana bunu O. Onaltı yıl olmuş… Ne kadar az şey
yazmışım. Belki orada yarım kalan makalelerime de devam ederim, onları bir
yerlerde yayınlatma şansım bile olabilir. Tıpkı üniversitede olduğu gibi.
“Yaşamın hiçbir anlamı olmadığına inanmak çok daha güvenli, hatta daha akıllıca değil mi?”
Bunu 22 yaşımda yazmışım defterime. Hayır bu sahtekarca bir şey değildi. İnsan
yalnızca sağ kalmayı sürdürüyor, yaşama sevinci ise sadece devinimde, eylemin
kendisinde. Başka türlü düşünmek insanı mutsuz eder. Mutsuz muyum? Eğer bir sorunum varsa o da oğlumdur. Ne
olurdu farklı bir çocuk olsaydı. Bazen beni korkutuyor…
BİRİNCİ PERDE
TAŞINMA, YENİ BİR HAYAT, UMUT, SIKIŞMA
TAŞINMA, YENİ BİR HAYAT, UMUT, SIKIŞMA
SAHNE I: TAŞINMA
(Salon, ortalık
dağınık, Elif elinde hatıra defteri nereye koysam diye dolanır)
Elif: Ceyhun! Çekmecelerini
boşalttın mı? Birazdan baban gelir, bu
akşam dışarıda yiyeceğiz. İstanbul’da son akşam yemeği (eve bakar), bir daha burayı, bu sokağı hiç göremeyebilirim.
(kedi sesi) Ceyhun Minnoş’un
nesi var? Kediciğin canını acıtmadığını umarım.
Ceyhun’un sesi: (bıkkın)
Hayır!
(zil çalar)
Elif: Bülent’tir (kapıyı açar), aaa Neşe gel! Ne o, neler
yaptın öyle?
Neşe: (girer, neşeli hoş bir genç kadın) Size limonlu kek yaptım. Ahh
Elif nasıl canım sıkılıyor bir bilsen. Muratla beni yalnız bırakıp
gidiyorsunuz. Ama sizin adınıza çok seviniyorum. Gazeteden çıkarıldığından beri
Bülent az iş aramadı buralarda. Nasıl memnun mu üniversiteye yeniden döndüğüne.
Elif: Çoookkk. Biraz
heyecanlı tabii. İstanbul’da bir özel üniversite bulabilseydi daha iyi olurdu
belki de. Ama onun için kariyerini tamamlaması gerekirdi. Bu yüzden yine
küçükten başlayacak ama belki ileride. Belli mi olur? (neşelidir)
Neşe: Sen ne yapacaksın
oralarda. Tam dergi çıkartma girişimine başlamışken.
Elif: Orada devam edeceğim.
Sen de gelirsin. İki saatlik yol. Yazılarını gönderebilirsin. Pes etmek
istemiyorum. Bülent de benimle aynı
fikirde. Çok istiyoruz o dergiyi. Yazacak o kadar çok şey var ki. Avrupa
Birliği, Amerika, Bush, Irak, kültürel haklar, insan hakları. Tıpkı eski
günlerde olduğu gibi. Kimse ilgilenmiyor sanki bunlarla. Bugünlerde yeni bir
yazıya başladım: “Körfez Savaşı ve Sivil Halkın Hakları”.
(zil çalar)
Elif: Bülent’tir. (kapıyı açar) Hoş geldin canım.
Bülent: (delikanlı görünümünde bir kıyafet içindedir, neşeli canlı girer)
Merhaba Neşe. (karısının yanına otomatik
bir öpücük kondurur) Nasıl gidiyor burada işler?
Elif: Neşe bize kek
getirmiş.
Neşe: Şimdi de gidiyor.
Siz işinize bakın. (kapıya yönelir)
(sahne ışığı azalır,
söner, sadece Neşe’yi uğurlayan karı koca ve Neşe lokal olarak aydınlanır)
Bülent: Akşam yemeğe
gideceğiz, sen de Murat’ı da al gel…
Elif: Yerleşir yerleşmez
sizi yatıya çağıracağız. Bol odamız var.
Neşe: Mutlaka geleceğiz.
(kedi acı acı
miyavlar)
Elif: (seslenir, kapıdalar, lokal ışık altında, karı koca yan yana)
Ceyhun ne oluyor?
Ceyhun’un sesi: Ne bileyim ben? Yorganın
altına girmiş, fark etmemişim.
Elif: Onun boğmaya
çalışmıyordun değil mi ?
Bülent: (karısının ağzını kapar) Şşşşşş!
Elif: Daha önce de …
(karı-koca
birbirlerine bakarlar)
Elif: Neyse, haklısın. Taşınmamıza
üzülüyor galiba.
(ışık yavaş yavaş
alınır, karı kocanın başı üzerinde söner)
SAHNE II: YENİ BİR
HAYAT
Hatıra Defteri:
İzmit’teki evimiz bekledimden de olağanüstü iyi geldi bana. Bülent işinden çok memnun, daha az baskı daha az para ama bence şimdi yaşamdan gerçek bir tad alıyor. Buradaki komşularımız çok cana yakın, özellikle Taylan çifti siyasal açıdan da kafa dengi. Senem ve Fuat… hayatımızdaki yeni insanlar. Evlerini babaları almış, az kazanıyorlar ama hiç şikayetçi değiller. Oğulları Ali müthiş bir çocuk, başarılı, kibar sevgi dolu. Keşke…
İzmit’teki evimiz bekledimden de olağanüstü iyi geldi bana. Bülent işinden çok memnun, daha az baskı daha az para ama bence şimdi yaşamdan gerçek bir tad alıyor. Buradaki komşularımız çok cana yakın, özellikle Taylan çifti siyasal açıdan da kafa dengi. Senem ve Fuat… hayatımızdaki yeni insanlar. Evlerini babaları almış, az kazanıyorlar ama hiç şikayetçi değiller. Oğulları Ali müthiş bir çocuk, başarılı, kibar sevgi dolu. Keşke…
Ceyhun… Geçen gün okuldan aradılar. Bir arkadaşının futbol topunu çalmakla suçladılar. Kibarca evi aramamı istediler. Aradım, bulamadığımı söyledim. Yoktu. Almış olabilir. Daha önceden de buna benzer… Karı-koca birlikte Ceyhun’la konuştuk. “Almadım” dedi. Haksız yere suçlandığını söyleyip ağladı.
Matematiği çok kötü. Onunla çalışıyoruz. Günde en fazla bir saat. Fazlasını kaldıramaz. Birlikte çalışmayı eğlenceli hale getirmeye çalışıyorum. İngilizce ve sosyal bilgileri de kötü. Ödevlerini yapmıyormuş. Oysa ben sorduğumda her seferinde ödevinin olmadığını söylüyor.
Burada bir dergi çıkaracağız. Senem ve Fuat da bu işin içinde. Yerel haberlerin yanında şiirler, öyküler ve benim yazacağım makaleler de yer alacak. Geçen gün yolladığım yazıyı gazete kabul etmemiş. “Aynı konuda bir çok yazı yayınladık gazetemizde, ilginize teşekkür ederiz” demişler.
(kapı çalınır)
Elif: Senemlerdir. (kapıyı
açar) Hoş geldiniz.
Senem: (içeri girer, minik genç görünüşlü sevimli bir kadındır. Üzerinde Hint
işi zarif bir elbise vardır) İçkilerimizle geldik.
Fuat: (kıyafeti karısının tersine çok pejmürdedir.) Ve işte! (elindeki
CD’yi gösterir) Nihayet ele geçirebildim.
Elif: Civan Hoca mı?
Senem: Aynen. Odur. (kapıp, gösterir) Hemen çalalım.
Aylardır bunun peşindeydik biliyorsun. (takar,
dipten müzik gelir)
(kapı açılır, Bülent
girer, her zamanki gibi canlı ama hesaplı hareketler)
Bülent: Merhaba canım (Elif’i öper, otomatik), Senem’e ve
Fuat’a sarılır. Nedir bu sesler sokağa
kadar taşıyordu.
Fuat: Civan Hoca’nın son
CD’si nihayet bulabildim.
Bülent: (keyifli) Müthiş. Geçenlerde bizim kampüste çocuklar çalıyordu. Adam
caz-rock karışımı bir şeyler
yapıyor. Müthiş doğrusu
Elif: (kapıya yönelir) Ben hemen yemekleri getiriyorum. Nefis bir rosto yaptım,
yanında da bademli pilav.
(bu sırada Bülent ve
Fuat ellerinde içkileri müziği dinlemektedir.)
Senem: Ne müthiş ev
sahibisin valla Elif. Ben de bu kadar becerikli olmayı, her şeye zaman bulmayı
çok isterdim.
Elif: (dinler, güler) Abartma canım fazla bir şey sayılmaz.
Senem: Sana yardım edeyim.
Bir de sana bir şey söyleyeceğim.
Elif: (durur) Ne oldu önemli bir şey mi var?
Senem: Senden 500 lira kadar bir borç alabilir miyim? Fuat’ın babası gönderecek ama Ali’nin dişçisine yarın
vermemiz lazım. Adama söz vermiştik. Yani aslında birkaç kere hatırlattı da…
Elif: (duraklar) Sakıncası yoksa Bülent’e sorabilir miyim? Ona danışmam
gerek, anlarsın işte, aile bütçesi, hesaplar falan…
Senem: Elbette, sorman
gerekiyorsa sor tabii. Hayır derse de üzülme, başka bir arkadaşa daha
soracağım.
(kapıdan çıkarlar)
Bülent: (koltuktan kalkar) Ceyhun! Sofraya gel oğlum, yemekler geliyor,
birazdan Ali de burada olacak.
Ceyhun’un sesi: (canlı) Geliyorum!
Fuat: Seninkinin sesi bugün
bayağı iyi geliyor. Nasıl O?
Bülent: (düşünceli) Yemek lafını duydu ya ondandır. Dersleri… Neyse sonra
anlatırım. Bütün konuşmaları gizli gizli dinliyor. Sanki onun arkasından bir
şeyler çeviriyormuşuz gibi. Ali’yi biraz örnek alabilseydi…
(kadınlar ellerinde
yemeklerle girer, ellerindekini masaya koyarlar)
Elif: Bülentçiğim bana
yardım eder misin?
(Bülent Elif’in yanına
gelir, kapıya yakın dururlar)
Elif: Biraz önce Senem
benden 500 lira borç istedi. Ali’nin dişçisine yarın ödeme yapmaları gerekiyormuş.
Bülent: (bozulur) Kesinlikle olmaz, buna bir başlarsak.
Elif: (sıkıntılı, “bunu
Senem’e ben iletmek zorundayım” duygusuyla )Tamam ben Senem’e söylerim.
Bülent: Başka harcamalarımız
olduğunu söyle. Dost kaybetmenin en sağlam yolu budur biliyorum ama o parayı
verirsek geri alabileceğimizi zannetmiyorum. Ayrıca uçan kuşa borçlu olduklarına da eminim.
(müzik yükselirken, ışık kararır)
SAHNE III: SÜRESİZ YATILI
Hatıra defteri
Senem, Fuat ve ben bir kitap grubu kurduk, çevreden beş kişi daha bize katılıyor. Bülent de işi olmadığı zamanlarda katılacağına söz verdi. “O’nun bilgisinden yararlanmak lazım” dedim Senem’e. Evlerde toplanıyoruz. Geçen hafta ilkini benim evimde yaptık. Herkes evimizi çok beğendi. Ehhh doğruyu söylemek gerekirse epey uğraşıyorum, yerlerin cilası falan, hele Ceyhun’un odası…
İlk kitabımız Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna”sı idi. Bu çevreye bunun uygun olduğunu söyledi Bülent. Haklı da, üstelik adı bu kadar bilinen ama buna karşın neredeyse hiç okunmayan başka bir yazar var mı? Bir de tabii yazarının hayat hikayesi…
Hayat hikayesini ben hazırladım anlattım. Komik ama anlattıklarımı not tutan bile vardı. Yeni bir yazıya başladım. “Körfez Savaşı ve Kriz” üzerine olacak bu yazı. Yıllar önce makalemi yayınlayan o dergiyle konuştum. Gönderin bir bakalım dediler. Bu arada dergi işi iyi gidiyor. Fuat bir matbaacı tanıdığıyla anlaştı. Bir de dergiye reklam verecek birkaç esnaf bulduk. Tutarsa reklam vermeye devam edeceklerini söylediler.
Ceyhun odasında mı? Son günlerde epey arkadaş buldu sanırım, artık odaya kapanmıyor. Arkadaşlarının kim olduğunu öğrenmem lazım.
Bülent: Merhaba Elif, öyle
dalmışsın ki beni duymadın.
Elif: (yerinden sıçrar) Ahhh korkuttun. Hoş geldin canım.
Bülent: O deftere hala bir
şeyler yazdığını bilmiyordum.
Elif: (heyecanlanır) Ehh.. arasıra işte … Nasıl geçti bugünün?
Bülent: Önemli bir konu var
da. Ceyhun evde mi?
Elif: Dışarıda, birazdan
burada olur. Ders çalışma zamanımız yaklaşıyor.
Bülent: İyi o gelmeden
konuşalım. Her şeyi gizli gizli dinlemesi hoşuma gitmiyor. O buralardayken içimden
geldiği gibi konuşamıyorum.
Elif: Abartma Bülent, o
kadar da değil. Bu bir bakıma iyi değil mi sence? Bu durumu, bizlerle ilgili
olduğunun göstergesi olarak kabul edebiliriz.
Bülent: (tuhaf bakar) Başka türlü göstermesini isterdim. Neyse boşver şimdi bizim o hiç bitmeyen konumuzu. Bugün babamın
amcası aradı beni. Hani şu emekli hakim olan. Çok yalnız ve çok hastaymış. Sırt
ağrıları, bacak ağrıları ve daha bir sürü bir şey. Yalnız yaşamak istemediğini
söyledi bana. Kısacası bizimle kalmak istiyor. Belli bir ücret verecek tabii.
Ama açıkçası, reddedemedim. Biliyorsun o kazadan sonra ailemin hayatta kalan tek
büyüğüydü ve beni yatılı-matılı ama o okuttu sonuçta. Bir şey diyemedim. Ona ne kadar borçlu olduğumu bilirsin.
Evlenseydi tabii bütün bunlara hiç gerek kalmayacaktı.
Elif: (donar kalır, evine bakar; konuşurken her zaman ki mantıklı şeyler
söyleyen Elif’tir.)
Haklısın Bülent, kaç yaşında
büyükamcan şu sıralar?
Bülent: Yetmiş beş sanırım
Elif: İşte bu beni
korkutuyor. Gerçi son ziyaretimizde onu çok iyi görmüştüm ama bana hep sanki
hastalığını biraz abartıyormuş gibi gelir. Neden bilmem. Biraz bu durum beni
korkutuyor. Yani aşağı yemeğe inmezse,
hatta tuvaleti falan…
Bülent: Ben konuşurum.
İnemeyecek durumda olduğunu sanmıyorum. Sevgilim biliyorum senin için artı bir
iş demek bu. Ama sana yardım edeceğimi biliyorsun değil mi?
Elif: Biliyorum Bülent ama
Ceyhun ne der bu işe? Açıkçası pek hoşlanacağını zannetmiyorum. Ama alışacak
tabii
Bülent: O’na hangi odayı
verelim?
Elif: Misafir odası
kesinlikle olmaz. Ceyhun’un odasının yanındaki oturma odasından başka odayı veremeyiz.
Bülent: Orası çok ufak değil
mi?
Elif: Ama biliyorsun arada
yatılı misafirimiz geliyor. Neşeler, teyzem. Onlar bu eve gelince rahat
etsinler istiyorum yoksa bir daha gelmezler, gelemezler yani.
Bülent: Haklısın canım. Senden daha fazla bir şey isteyemem.
Elif: Merak etme Bülent,
O’nu rahat ettirmek için elimden gelen her şeyi yapacağım ama lütfen sen de
bana yardımcı ol.
(ışık yavaş söner)
Hatıra Defteri:
Bugün Büyükamca geliyor. Bülent O’nu almaya İstanbul’a gitti. Durumu beni biraz korkutuyor. Bana vereceği yükten çok bu ev artık tamamen bana ait olmaktan çıkacak. Oysa Bülent’le Ceyhun’un evde olmadığı anlarda bu ev bana huzur veriyordu. Yazılarım… müziğim… sonuna kadar sesini açıp müzik dinlemek mümkün olacak mı bundan sonra? Ama belki korktuğum gibi olmaz. Hatta kafa dengi bir dost bile kazanmış olurum belki bu arada. Zaten Bülent de yardımcı olacağını söyledi. Ona çok güveniyorum. Bu zamanda böyle bir eş kolay bulunmaz. Her zaman kibar her zaman anlayışlı. Yalnız Ceyhun bu yeni olaya çok tepki gösterdi. Gerçi karıkoca onunla iyi bir konuşma yaptık ama o tiksinti dolu bir sesle “burayı düşkünler yurdu falan mı zannetmiş" dedi. Arkasından da; “bir felçli mi o? Şimdi odasına lazımlık da ister bu, hem de benim yanımdaki odada kalacak. Başka yer bulamadınız mı o’na verecek?" diye söylendi durdu. İnsanlıktan hiç nasibini almamış. Gerçi Büyükamca çok sorun çıkarırsa bunu Bülent’e söylemekten çekinmeyeceğim. Aslında, iyi bir huzurevinde yaşayacak kadar da parası var.
(kapının açılma sesi duyulur)
Bülent: Biz geldik!
(Bülent ve Büyükamca
içeri girer. Büyükamca Bülent’in kolunda zorlukla yürümektedir)
Elif: (koşar, büyükamcaya sarılır) Hoş geldin Amca. Yolculuğunuz iyi
geçti mi?
Büyükamca: Merhaba Elif, seni
gördüğüme nasıl sevindim anlatamam. Yine her zamanki gibi genç ve
güzelsin.
Elif: Çay hazırlamıştım
yanında da kek var.
(Amca oturur, Elif çay ve kek getirir)
Büyükamca: (iştahla yer) Sağol
yavrum. Ceyhun yok mu?
Bülent: (endişeli) Odasındadır, şimdi gelir. Eşyalarını odana çıkartıyorum amca.
(eşyalarla gider)
Elif: Sırtınız nasıl amca?
Büyükamca: Ah bir bilseydim.
Röntgenlerde hiçbir şey görünmüyor ama bir de o ağrıyı bana sorsalar.
Elif: Düşmüş müydün?
Büyükamca: Yok hayır ama yıllar önce ağır bir bavul kaldırdığımda sırtıma bir ağrı saplandığını hatırlıyorum. O
zamandan beri giderek artan bir ağrı var sırtımda.
Bülent: (girer) odan hazır amca şimdi seni yukarıya çıkarayım.
Elif. Akşam yemeğine
ineceksin değil mi amca?
Büyükamca: Ben odamda yiyeyim
kızım, sana zahmet olmazsa?
(ışık, üçünün üstünde
yavaş söner)
SAHNE IV:
YENİ UMUTLAR
Hatıra Defteri:
Burada ilk yılbaşımız. Neşe ile eşi bugün bize yatılı geliyorlar. Senem ve Fuat da gelecek. Ama en önemli haber bu değil. Dergimiz bugün matbaadan çıkıyor. Gelirken Bülent getirecek. İlk sayıyı bedava dağıtacağız. Apartmanlara, esnafa. Eh artık ikinci sayıdan itibaren kaça satacağımızı kararlaştırırız. İçinde iki tane yazım var. Bir tanesi şu Körfez Savaşı ile ilgili olan. Senem ve Neşe de iki yazı yazdı. Bu arada çevremizdeki önemli, sıra dışı insanları araştırdık, onlarla röportajlar yaptık. Böyle bir dergi de yerel unsurlara da yer vermeli tabii, başka türlü tutmaz. Ama bir de tutarsa. Müthiş bir şey olacak. Ne demişler “ufak değişimler”le başlar büyük toplumsal dönüşümler. Hepimizin önce kendi çevresini şöyle bir sarsması lazım. Nihayet… Ne büyük bir girişim. Büyükamca buraya geleli beş ay oldu. (oldu mu?) Ama yok, çok korktuğum gibi çıkmadı. Kahvaltısını ve öğle yemeğini hatta çoğu akşam yemeğini mutlaka yatağında yemek istiyor. Aşağıya çok nadir iniyor o da daha çok misafirimiz geldiğinde. Bir de şu kitap okuması, ne kadar çok okuyor. Evdeki bütün kitapları neredeyse bitirdi. Ben de Halk kütüphanesine üye oldum, O’na oradan kitap taşıyorum. Ne güzel böyle okuyabilmek. Ceyhun biraz örnek alsa diye umuyordum ama yok o çizgi romandan başka bir şey okumuyor. Odası çizgi roman dolu, binlerce defa okuduğu çizgi romanlar. Çoğu zaman da tırnaklarını yiyerek dışarı bakıyor. Sanki onları da okumuyor gibi…
(zil sesi)
Elif: Geldiler
(kapıyı açar)
Neşe: İşte geldik. Seni
nasıl özledim Elif anlatamam.
Elif: (sarılır, içten, çok mutlu) Ahhh, seni burada görmek ne güzel! Hem de bir yılbaşı akşamı, üstelik dergimizin ilk
gününde. (kapıda birini arar) Murat
yok mu?
Neşe: Geliyor, markete
uğrayıp bir şeyler almak istedi.
Elif: Ne gerek vardı? Evde
her şey var. Çeşit çeşit içkiler, yemekler, çerezler, tatlılar…
Neşe: Olsun olsun, bir şey
olmaz. Bolluktan zarar gelmez. Hani dergimiz?
Bülent: (kapıdan Senemle birlikte girer) İşte burada!
Senem: Bayağı dağıttık,
elimizde bu kadar kaldı. (Neşe’ye bakar)
Demek Neşe sensin. Elif senden o kadar çok bahsetti ki seni çok iyi tanıyorum (sarılırlar).
Elif: (hiçbir şeyi gözü görmez, dergilerden birini alır, inceler) İşte
senin de yazın şurada Neşe.
Fuat: (girer) Vay vayy!!! Ne manzara ama!
Bülent: Elif hadi sofraya
oturalım. Yolda Murat aradı, beni
beklemeyin dedi. Bir arkadaşı varmış buralarda, aramış illa bir saatliğine de
olsa gel demiş. Orada bir saat kadar kalıp gelecek. Biz başlayalım mı
bayanlar?
Elif: (mutfağa girer, buzdolabından parçalanmış bir hindi çıkarır, şaşkındır)
Bülent: (girer) Ne oldu?
Elif: Bunu minnoş yapmış
olamaz. Kapı kilitliydi. Ayrıca hiç yapmaz.
Bülent: Bu bıçakla
parçalanmışa benziyor.
Elif: (seslenir) Ceyhun buzdolabındaki hindiye ne olduğundan haberin yok
elbette?
Ceyhun’un sesi: Onu görmedim bile.
Bülent: (sert) Buraya gelir misin?
Ceyhun’un sesi: Hayır!
Elif: (sinirli, kendini tutmaya çalışır) Hindiye bıçakla saldırmış
olabilir misin?
Ceyhun’un sesi: (ağlar) Hayır! Hindinizden de ne olduğundan da haberim yok.
Anladınız mı beni rahat bırakın…
Bülent: Bu akşam bunu mu
yiyecektik.
Elif: Hayır bu yarın
içindi. Bunu hazırlamaya zamanım olmadı. Bu akşam için fırında balık
hazırlamıştım.
Bülent: Tamam o zaman onları
götürelim, yarın oğlanla sıkı bir konuşma yapmak gerekiyor.
(ellerinde yiyeceklerle
diğerlerinin yanına girerler)
Fuat: Elifçiğim şu emekli
gazeteci var ya, bizim arkada oturan. Senin yazını okumuş ve bayılmış. “Elif
hanımla beni tanıştırın” dedi. Ama Bülent ne der bu işe bilmiyorum.
Bülent: (konuşulanlara aldırmaz, kendine içki koymakla meşguldür) Hadi hadi
kadehlerimizi kaldırıp başlayalım
Neşe: Nerde kaldı bu Murat,
tam böyle bir gecede yarın görseydi
arkadaşını.
Senem: Müzik koyalım, böyle sessiz, müziksiz bir yılbaşı olur mu hiç?
Elif: Ahh Büyükamca ile
Ceyhun’u çağırmayı unuttuk.
Bülent: Ben çağırırım canım.
(telefon çalar)
Bülent: Evet buyurun. Benim. Evet… Ne.!!! Ne diyorsunuz? Peki şu anda iyi mi?
Hemen geliyorum.
Elif: Ne olmuş?
Bülent: (inanamayan gözlerle bakar) Ceyhun… O evde değil miydi? Bu havada
şu arkadaki dereye atlamış. Sağdan soldan insanlar zor kurtarmışlar onu. Şu
anda hastanedeymiş. Arayan hastanedeki bir görevliydi.
Elif: Allahım!! Nasılmış?
Bülent: Gayet iyi olduğunu
söyledi görevli. Ben hemen gidiyorum.
Fuat: (fırlar) Beraber gidelim.
SAHNE V: SIKIŞMA
(sahne ikiye bölünmüştür: amcanın odası ve salon)
Hatıra defteri:
Buraya taşınalı on yıl olmuş. Zaman ne çabuk geçiyor. Büyükamca’nın buraya gelişinden beri on koca yıl. Yeni bir yazı yazmaya başladım. Büyük duvarın yıkılışı üzerinden kaç yıl geçti? Ya Körfez Savaşı’nın, Büyük Kriz’in, Doğu’da binlerce kimsenin ölümüne neden olan savaşın üzerinden? Her şey bugün olmuş gibi geliyor bana. Öyle mi yoksa? Yeni yazım, insan hakları üzerine olacak, ha bu arada kadın hakları üzerine de bir şeyler yazmak iyi olabilir. Ya da Avrupa Birliği süreciyle bağlantılı güncel siyaset ekseninde bir şeyler. Her şey o kadar hızlı değişiyor ki. Okumakta geç kalıyorum. Yazdığım her yazımı bir başka kişi önceden yazmış oluyor. En çok da buna şaşıyorum. Neyse ki Bülent bu aralar iyi yazıyor, iyi okuyor. Tabii onun işinde okumadan yazmadan olmaz, “üretemezsen işin biter” diyor Bülent. Çok haklı. Arada İstanbul'a falan gidip konferanslara katılıyor, iyi konuşur. Geleceğinin parlak olduğunu söylüyor Senemle Fuat. Kim bilir belki de İstanbul’da bir üniversiteye geçerse, Ceyhun da belki rahatlar.
Dersleri yine kötü. Artık büyüdü. Hiç kız arkadaşı yok. Var mı yoksa. Ama onu hiç kimse aramıyor. Bir ara eşcinsel olduğundan bile şüphelendim. Hatta Bülent’e bir hafta sonu gezisi yapmalarını önerdim. Baba oğul yani. Konuşmaları iyi olurdu. Oysa daha tuhaf oldu. Bülent sabah çadırda uyandığında onu tepesinde tüfeği kendine doğrultmuş bir şekilde beklerken bulmuş. Buna inanamadım.
Büyükamca her gün daha da kötülüyor. Kodeinli şurup içtiği için saatlerce uyuyor. Artık hiç aşağı inmiyor. Neyse ki tuvalete kalkıyor. İyi ki öyle. Beterin beteri vardır diye boşuna dememişler. Bugün teyzem geliyor. Her yıl gelir ama bu aralar ona daha fazla ihtiyacım var galiba.
(telefon çalar)
Elif: Efendim, evet benim…
Ama anlamıyorum… Evet, anladım.
(telefonu kapatır bir
numara çevirir)
Elif: Bülent benim, biraz
önce telefonla aradılar. Ceyhun üniversite sınavında kopya çekerken yakalanmış. Hayır daha eve gelmedi. Tamam.
Büyükamca: (sesi gelir) Elif kızım bana öğle yemeği mi getirir misin?
Elif: Getiriyorum amca! (bezgin)
(elinde tepsiyle
büyükamcanın odasına girer, içerisi kötü kokulu ve çok dağınıktır)
Elif: (tepsiyi verir, hızla ortalığı toplar, pencereyi açar)
Büyükamca: Nasıl geçmiş oğlanın
sınavı?
Elif: Kopya çekerken
yakalanmış (tükenmiş bir şekilde yatağa
oturur).
hiç söz etti mi?
Ceyhun iki üç yaşından beri bizi kaygılandırıyor. Yalnızca yarısı yaşayan bir
insana benziyor. Diğer Yarısı...
Büyükamca: Bana kalırsa tam
zamane çocuğu. Televizyon çağının bir ürünü.
Elif: Bir keresinde
televizyonu bile kaldırmayı denedik ama işe yaramadı. Ceyhun istediğinde çok
dik başlı olabiliyor.
Büyükamca: (öksürür, tıksırır, ağzından salyalar akar, elif mendil verir)
Dünya çığırından çıktı, çağımız kahramanlık çağı değil.
Elif: Hayır kahramanlıktan
değil basit şeylerden söz ediyorum ben. Eskiden çocuklar üzerinde çevrenin çok
önemli olduğundan bahsederlerdi ama şimdilerde
genetik yarı yarıya etkilidir diyorlar. Doğru mu bu? Öyle olmalı. Yoksa
bozukluk biz de mi? (susar)
Büyükamca: (yarı uykulu) ıhhhh
Elif: (görmez devam eder) geçekten merak ediyorum bir gün kendini toparlayacak
mı?
Büyükamca: (uzun süre suskunluktan sonra) Bülent işinden memnun mu? Ya
buradaki yaşamından?
Elif: (öfkeli) Evet memnun, ama “İstanbul’daki
canlılığın onda biri bile yok burada” diyor.
Büyükamca: Ama burası daha ucuz
değil mi?
Elif: Doğru aslında (devam
edecekken büyükbaba keser)
Büyükamca: Kızım bana bir
adaçayı-ıhlamur karışımı ılık bir çay hazırlaya bilir misin? Uyumamı
kolaylaştırıyor.
Elif: Hemen mi?
Büyükamca: Evet lütfen, zahmet
olmazsa…
(Elif salona geçer,
Bülent de aynı anda içeri girer)
Elif: Konuştun mu
görevlilerle?
Bülent: Evet, söylenenlerin hepsi doğru, soruları ve cevapları nereden
bulmuş bilmiyorum. Sınavı iptal edebilirler. Ama en önemlisi şu: Bir daha sınavlara
girme hakkını kaybetti. Üniversite bitti yani.
Ceyhun: (girer) işin doğrusu umurumda değil.
Elif: Şimdi hepimize birer
içki hazırlayacağım ve oturup konuşacağız.
Ceyhun: Neyi konuşacakmışız? (güler)
Elif: Bira ister misin?
Ceyhun: Evet anne.
Bülent: (Elif'e) Düşünsene ulu orta
kopya çekiyor. Kendini düşünmediği gibi benim durumumu da hiç düşünmüyor? (Ceyhun'a) Nereden buldun o soruları ve cevapları?
Ceyhun: Kapının önünde simit
satar gibi satıyorlardı. Satın almamak enayilik olur diye düşündüm.
Bülent: Yalan söylüyorsun! (ayağa kalkar)
Ceyhun: Sen doğrusunu bul o zaman.
Elif: (araya girer) Bunun son şansı olduğuna emin misin?
Bülent: Kesinlikle (sakin), benim yarın önemli bir
konferansım var. Hazırlanmam lazım (çıkar)
Elif: Yemek hazır olunca
seslenirim (kalkar).
(Bu süre içinde Ceyhun
sessiz ve büyük bir dikkatle onları dinler)
Ceyhun: Tıpkı büyükamca gibi
yaşıyorum. Yalnızca yemek saatlerini bekleyerek (güler).
Elif: Hiçbir şey yapmadan
boş boş oturamazsın. Arkadaşlarınla eve çıkacaktın ne oldu o iş?
Ceyhun: Bir aşçıya ihtiyaçları
olduğunu söylediler bana.
Elif: Evde herkes bir şeyler
yapmak zorunda kalacaktır elbette.
Ceyhun: O iş kızların işi (elinde birası çıkar).
Bülent: (girer) Şu konuyu bir an önce halletsek iyi olacak bence artık bir
iş bulup bu evden taşınmalı.
Elif: Pekala konuyu sen mi, açarsın ben mi?
Bülent: Ben konuşurum.
Elif: Bugün konuşma. Sakinleşmeyi
bekle. Hem Ceyhun da sakinleşirse iyi olur.
Bülent: O sinirli miydi ki?
Hayret hiç fark etmedim.
Elif: Onu bilirsin
Bülent: Bilirim, hem de çok
iyi bilirim.
İKİNCİ
PERDE
Dönemeç, Tükeniş, Varoluş, Kopuş
SAHNE I: DÖNEMEÇ
Hatıra Defteri:
Bugün Ceyhun’ un ODTÜ’yü kazandığını bildiren telefonu geldiğinde nasıl sevindiğimi anlatamam. Arkadaşları ile güneyde bir yerlerde tatilde. Sabah hemen internetten bakıp öğrenmiş sonuçları. Gerçi o, Boğaziçi Üniversitesi’ni istiyordu ama olsun bu da güzel. İyi bir mühendis olacak. Bunca çabadan sonra ne güzel bir sonuç bu. Minnoş bu aralar iyi değil. Büyükamca artık tuvalete bile zor gidiyor. Arada yatağa kaçırmaya başladı mı yoksa bana mı öyle geliyor. Doktor hiçbir şey söylemiyor. Yaşlılık diyor. Kodeinli o şurup çabuk bitmiyor mu?
(kapı çalınır)
Senem: Merhaba Elif. (eski canlılığı yoktur)
Elif: Gel canım ben de
şimdi sana gelmeyi düşünüyordum.
Senem: Ceyhun yok mu?
Elif: Şehirdeki bir
lokantada iş buldu.
Senem: Evde olmadığına
sevindim. Şeyi şu meseleyi duydum da.
Elif: A evet Bülent’i mi?
Senem: Evet o sekreter
kızla. Özür dilerim hayatım bütün şehir bunu anlatıyor.
Elif: Evet ama Bülent o işi
halledecek. Geçen gün bana o kıza tutulduğunu söylediği zaman çok şaşırdım ama
sonra baktım Bülent bu işi halletmekte
kararlı görünüyor. Bugün kızla konuşacak ve bu işe son verecek. Kızın masum
olduğuna o kadar inanmış ki sırf benim içimi rahatlatmak için kızı bugün buraya
benimle tanıştırmaya getirecek.
Senem: Şaka yapıyorsun?
Elif: Hayır bunu ben de
isterim. Özellikle Bülent’in rahatlamasını istiyorum. Vicdan azabı çekiyor. Bu
onu rahatlatacak.
Senem: Sen?
Elif: Sanırım ben de, yalnız Ceyhun burada olmazsa iyi olur diye
düşünüyorum.
Ceyhun: Niye olmayacakmışım,
nerede olmayacakmışım?
Senem: Merhaba Ceyhun.
Ceyhun: Merhaba Senem Abla.
Senem: Ben gidiyorum
hayatım. Beni her an arayabilirsin.
Ceyhun: Nedir anne o mesele?
Elif: Bugün baban bir iş
arkadaşını eve getirecek de..
Ceyhun: Babam eve sevgilisini
mi getiriyor yani?
Elif: Ne biliyorsun?
Ceyhun: Her şeyi…
(kapı açılır)
Bülent: (neşeli canlı,
gençleşmiş) Herkese merhaba! Nasılsın Ceyhun. Merhaba canım. Aylin birazdan burada olacak. Seninle tanışmak
için can atıyor hayatım. Ben banyoya gidip geliyorum.
Ceyhun: Vayy vayyy! (güler)
Elif: (mumları yakar,
mutfaktan bir şeyler taşır, aynada kendine bakar, çok şık giyinmiştir, burnunu
pudralar, bütün bunlar Ceyhun sırıtarak izler)
Bülent: (gelir, mis gibi
kokmaktadır, üstünü değiştirmiş, daha spor bir şeyler giymiştir) Gelmedi mi daha?
Elif: (onu seyreder, Ceyhun ise ikisini birden yüz ifadesini hiç
değiştirmeden izler)
Hayır.
(kapı çalınır, Bülent
açar)
Bülent: Merhaba canım, gel.
Aylin: (sarışın, 25 yaşlarında, güzel uzun boylu, mini etekli, kendine çok
güvenen insanlara has bir gülümseme ile içeri girer, çok kibardır, çok rahat)
Elif: (elini sıkar, yer gösterir) Ne içersin Aylin?
Aylin: Zahmet olmazsa bir
kadeh beyaz şarap alayım, ama soğuk değilse kırmızı da olabilir.
Ceyhun: Vayy vayyy! (güler)
Bülent: Bu oğlum Aylin.
Aylin: Merhaba, baban senden
çok bahseder.
Ceyhun: (hiçbir şey söylemez sadece sırıtır, kızı delip geçen arsız bakışlarla
bakmaktadır)
Aylin: (aldırmaz, rahat) Eviniz çok güzel, ben ufak bir apartman
dairesinde kalıyorum.
Elif:Teşekkür ederim.
Bülent: Elifciğim, Aylin İstanbul’a yerleşmeye gidiyor. Ona
orada bir master ayarladık. Özel bir
üniversitede.
Elif: Ücretini nasıl
karşılayacaksınız?
Aylin: Babamda para
var. Bülent konuşunca babam da beni
İstanbul’a göndermeye razı oldu. Burada sekreterlik falan bana göre değil.
Bülent: Sen üniversitede çok
başarılı olursun canım. Sen de o ışığı görüyorum.
Genç insanları desteklemek gerekir değil mi Elif?
Elif: Haklısın (düşünceli, gülmek ister ama gülmesini zor
tutar, belli ki aklına bir sürü şey gelmiştir).
Aylin: Ben artık gitsem,
sizinle tanıştığıma çok memnun oldum Elif Hanım. Sizin gibi bir kadın bu
dönemde az bulunur. (gider, Bülent onu
uğurlar)
Bülent: Nasıl buldun
hayatım? Dediğim gibi çok saf ve iyi bir kız değil mi?
Ceyhun: Çok güzel bir kız, gerçek
bir kız. Gencecik, çıtır…
Bülent: (Ceyhun’a bakar, kalır)
(ışık söner perdede
hatıra defteri görünür)
Hatıra defteri:
Bugün Ceyhun bana çok güzel bir mail atmış. Nasıl memnun oldum onu okuyunca genç bir kızla tanışmış. Adı Deniz. İsmi gibi mavi parlak gözleri varmış, Ceyhun ile aynı sınıfta. Babası Denizli’nin ünlü işadamlarından biriymiş. Nihayet oğlum aradığı kızı buldu galiba. Demek bunca yıl kendini Deniz için saklamış. Onunla tanışmak için sabırsızlanıyorum. Bugün Teyzem geliyor. Ona ihtiyacım var.
(kapı çalar, Elif
Kapıyı açar)
Elif: Teyzeciğim, nihayet, bir yıl oldu sizi görmeyeli…
Teyze: Canım, biraz değişmiş
gibi misin, yoksa bana mı öyle geldi?
Elif: Minnoş çok hastaydı,
geçen gün onu veterinere götürdüm, kocaman bir ur varmış boynunda, nasıl fark
etmedim bunca zaman. Doktor yapılacak bir şey olmadığını söyledi ve Minnoşu
bugün uyuttular. İşte… (küçük bir sepet gösterir)
Ceyhun: (girer) Yani o sepette şu anda bizim o tüylü şey mi var?
Teyze: Merhaba Ceyhun insan
önce büyükteyzesine bir merhaba der.
Ceyhun: (olağanüstü kibar) Merhaba büyükteyze.
Teyze: Canım seni çok iyi
gördüm.
(Ceyhun hala sepete
bakmaktadır)
Elif: Gel teyzeciğim
oturalım.
Ceyhun: (çıkar)
Teyze: Hayatım bırak
minnoşu şimdi, çok yaşlanmıştı. İyi yapmışlar, hayvan acı çekerek yaşasaydı
daha mı iyi olurdu?
Elif: Haklısın. Beni de
öyle söyleyerek ikna ettiler zaten.
Teyze: Bülent nasıl?
Elif: Bülent artık burada
değil teyze.
Teyze: Nasıl? Ama sen o
meselenin hallolduğunu söylemiştin.
Elif: O bana öyle demişti.
Aylin’in İstanbul’a gitmesinin ardından nedense Bülent’in de İstanbul’da işleri
artıverdi. Neredeyse her hafta sonunu İstanbul’da geçirdi. Sonunda geçen hafta
sonu Aylin’i çok sevdiğini, ondan vazgeçemeyeceğini bana açıkladı. Eşyalarını
topladı ve gitti.
Teyze: Ya okul, işi?
Elif: Bir okul bulmuş galiba. İstanbul’da Aylin’in evine
yerleşmiş şimdilik. Tabii babasının parası var. Kızına orada bir ev almış ama
ufak bir ev diyorlar.
Teyze: Nasıl bu kadar çabuk
kabullendin her şeyi?
Elif: Herkesin kendi
hayatı var ve onu yaşaması lazım diye düşünüyorum
Teyze:Ya senin hayatın?
Elif: Ne olmuş hayatıma ?
Teyze abartıyorsun.
Teyze: Bu ev kime ait?
Elif: Önce kiracıydık ama
sonra Bülent kredi aldı da burayı satın aldık. Dokuz yıldır bankaya ödüyoruz
daha altı yıllık borcu var.
Teyze: Kimin üstünde?
Elif. Bülent’in tabii. Bütün banka işlemlerini o yapmıştı.
Teyze: Bankada paran var
mı?
Elif: Ha bir miktar param var. Bülent arasıra benim
için yatırırdı sonra benim arttırıp yatırdığım
birkaç kuruş var işte. Bülent giderken bize her ay 500 lira göndereceğine söz
verdi ki bilirim kesinlikle sözünde durur.
Ayrıca amcadan gelen 1. 500 lira var.
Teyze: Evin banka borcunu
kim ödeyecek?
Elif: Bundan sonrasını benim
ödemem lazım. Bunu Bülent’ten bekleyemem. Bu zamana kadar o ödemiş oldu. Eğer
evin benim olmasını istiyorsam tasarruf yapıp ödemeleri üstlenmem lazım. Bir
işe girip çalışmam gerekecek galiba sonunda.
Teyze: Ceyhun?
Elif: O da arasıra para
kazanıp bana getiriyor ama çok az. O kendi hayatını kurtarsın bana yeter. Ama
benden hiç para almıyor. Bu bile iyi.
Teyze: Sen beni çok
şaşırttın Elif. Nasıl olan bitene bu kadar kolay razı olursun. Lütfen Bülent’i
ara ve onu çok sevdiğini, kaybetmek istemediğini söyle. Sen böyle davranırsan o
geri gelmek istese bile artık gelemez.
Elif: Hayır bunu yapamam.
Bu onu zorlamak olur.
Teyze: Bana söyle… Onu hala
seviyor musun?
Elif: (düşünür) Evet..
Teyze: O zaman ara canım. Yarın
çok geç olabilir. Belki de sen bu kadar kolay razı olmasaydın gitmezdi. Hadi bunu şimdi yap! Benim yanımda. (ısrarcıdır)
Elif: (telefona gider, isteksiz, hatta utanç içinde) Alo… Merhaba Bülent.
Eeee Nasılsın demek için aramıştım. Bir de….
Bülent’in sesi: (keser) İyiyim canım, ev nasıl
gidiyor, Ceyhun ve amcam nasıllar, kusura bakma bu aralar işlerim yoğun ama en
kısa sürede sizi görmeye geleceğim.
Elif: Herkes iyi, her şey
bildiğin gibi. Şey seni sevdiğimi
söylemek …
Bülent: (keser, kendinden
emin) Biliyorum Elif. Bundan hiçbir zaman şüphe duymadım zaten. Şunu bil ki ihtiyacın
olduğu an yanındayım. Beni ara. Tamam mı canım. Merak etme ben de iyim.
Elif: Hoşçakal.
(sessizlik)
Teyze: (anlamıştır) Amcasını
burada sana mı bırakıp gitti.?
Elif: Ne yapılabilir ki
başka. Amca buraya alıştı. Aylin’in ona bakacak hali veya isteği olduğunu hiç
sanmıyorum Yalnız bu aralar amca bayağı kötüledi. Artık tuvalete de gidemiyor,
yani… işte bu çok kötü oldu.
Teyze: Konuş Bülent’le O’nu huzurevine gönderin. Sana da yazık o
adama da.
Elif: Haklısın belki de en
doğrusu bu, bunu Bülent’e söyleyeceğim.
Teyze: Acele et….
SAHNE II: TÜKENİŞ
Hatıra Defteri:
Bir yıl geçmiş. B. Aradı. İyiymiş. İşleri
yüzünden çok sık uğrayamıyor. C. Sevdiği kızı, Deniz’i benimle tanıştırdı
geçenlerde. Hayatımda gördüğüm en güzel, en aklı başında kızlardan biri.
Evlilik hazırlarına başladılar bile. Yakında C. de mezun oluyor. İşi hazırmış.
İzmir’e yerleşmeye karar vermişler.
(sahnenin yarı loş bir
köşesinden Ceyhun annesini izler, amcanın odası ile annenin arasındadır. annenin ışığı yavaş alınırken Ceyhun aydınlanır, Amcanın odası ise karanlıktır)
Ceyhun:(elinde içki şişesi, sallanır) Ne yazıyor böyle yıllardır. Hala
defteri dolduramadı. Birazdan kalkıp bilgisayarın başına geçecek.
(Elif klavyenin başına
geçer, aralarda sert klavyeye vuruş sesleri gelir)
İşte. Ne yazıyor böyle yıllardır. Bir de bana anormal diyorlar. O defter de
yıllardır ortalıkta. Bizim okumamızdan da hiç çekinmiyor. Bülent’in o deftere bir kere bile baktığını
görmedim. Okuyor olsaydı mutlaka bilirdim. Benden kaçar mı? (güler) Ben de okumadım. Ne okuyacakmışım, kim bilir ne boktan
şeyler yazıyordur hakkımda. Kendileri farklı sanki. Neydi o geçenlerde kedi öldüğünde yapılan o tören.
Arka bahçeye gömmeler, üzerine taş dikmeler… Geçen gün teyzeye annem yine kız
arkadaşımın olmamasından bahsediyordu.
Tam büyük teyzenin gözüne bu kadar girmişken, yaptı yapacağını. Topla o zaman
odamdaki çoraplarımı. Onların ne işe yaradığını bir bilseydin. İstediğim kızla
birlikte olurum, ben istemiyorum. Yıllar önce bunu yapmadım mı? Hep beraber beş
oğlan…
Allah belasını versin Mustafa’nın. Beni başından savmak istiyor. Kendisi her türlü işi çeviriyor ama beni hep ufak işlerinde kullanıyor. Çok sinirliymişim. Gözüm dönüyormuş. Halbuki geçen günkü kavgada ilk o kışkırtmıştı. Benim gözüm pektir, on yaşımda dereye atlayarak bunu herkese göstermiştim.
Allah belasını versin Mustafa’nın. Beni başından savmak istiyor. Kendisi her türlü işi çeviriyor ama beni hep ufak işlerinde kullanıyor. Çok sinirliymişim. Gözüm dönüyormuş. Halbuki geçen günkü kavgada ilk o kışkırtmıştı. Benim gözüm pektir, on yaşımda dereye atlayarak bunu herkese göstermiştim.
(Amcanın
odasına yönelir, ışık yanar)
Ceyhun: (yatakta uymakta olan adama bağırır) Eee amca? Son gelişmelere ne
diyorsun? Yeğeninin bir kadınla kaçtı. Yakında evleniyorlarmış. (dışarıyı kollar)
Elif: (aydınlanır, kıpırdar, ses dinler, işine
döner, ışık azalır)
Ceyhun: Hem de bu yaşta ne
rezalet değil mi? (amca horlar) Afyon
ister misin? Meğerse sen yıllardır afyon alıyormuşsun haaa. Kodeinli şurupmuş… (güler, birkaç kaşık içer) Vay canına
tadı güzelmiş. Evet ne diyorsun amcabey? (şarkı
söyler gibi kulağına bağırır).
Elif: ( aydınlanır) Ceyhun! Bir şey mi oluyor?
(anneye görünmeden
kulise çıkar, amcanın ışığı söner)
Ceyhun’un sesi: Hayır, neden?
Elif: Ses duydum da..
Ceyhun’un sesi: Yok bir şey anne, sadece şarkı söylüyorum.
(zil çalar)
Elif: (kapıyı açar, Bülent girer) Merhaba, seni bekliyordum, içki ister misin?
Bülent: Evet iyi olur. Ceyhun
evde mi? Onu da bir görseydim. Epey oldu görüşmeyeli.
Ceyhun: Merhaba baba
Bülent: Merhaba oğlum (rahatlamıştır, hareketlerinde belirgin bir
farklılık vardır)
Nasıl gidiyor bakalım işlerin, iyi bir lokantada çalıştığını söyledi annen.
Ceyhun: Ara sıra iş çok
olunca gidiyorum, bu da bana yetiyor. (sonra
hiç konuşmaz anne ile babayı izler)
Elif: (rahatsız olur) Ceyhun bize biraz izin verir misin? Babanla bir
konuyu konuşmamız lazım.
Ceyhun: (oyundan zevk almıştır) Hey millet ben odamdayım.
Bülent: Pek değişmemiş. Sen
neler yapıyorsun? Bir işe girmekten
bahsediyordun geçen günkü mail’inde.
Elif: Evet, yarım günlük
bir iş buldum. Bir kitapçı dükkanında çalışacağım. İyi iş yapan bir yer.
Hediyelik eşya falan da satıyorlar. Cafeli falan… İnsanın böyle anlarda
üniversiteyi bitirmediğine epeyi canı sıkılıyor.
Bülent: Bitirseydin de ne
fark ederdi, ortalık işsiz üniversiteli dolu..
Elif: (keser) Bak Bülent, amcanın durumu çok kötüledi. Artık hiç tuvalete
gidemiyor. Sağırlığı da iyice arttı avaz avaz bağırıyorum evde. Artık yarım gün
evde olamayacağım için ona bakmam mümkün değil. Onu bir huzurevine yatıralım.
Geçen gün konuyu kendisine açtım ama kabul etmedi. “Ben buradan bir yere gitmem”
diyor. Belki sen onu ikna edersin.
Bülent: Haklısın. Ben de ne
diyeceğimi bilmiyorum. Sana ne kadar teşekkür etsem az Elif. Kimse senin
yaptığın bu fedakarlığı yapmaz (mekanik
olarak söylenen kibarlık cümleleri)
Elif: Fakat şimdi her şey
çok zor. Lütfen şu işi hallet Bülent.
Bülent: Ben konuşmaya
gidiyorum, bu arada senin boşanma davasını açman çok iyi oldu. Dediğim gibi
hemen sonuçlandı. Kağıtlar sana da gelir yakında.
(Amcanın odasına
girer, karanlık)
Ceyhun: (girer)
Elif: (Ceyhun’u görünce kalkar, içki alır)
Ceyhun: (annesine yaklaşır) Gidiyor mu?
Elif: Emin değilim. Belki… (arkası dönük, konuşma boyunca oğlunun
yüzüne bakmaz)
Ceyhun: Gitmesi hepimiz için
iyi olur, sen de fazladan oda kazanırsın.
Elif: O odayı sen
istiyordun diye hatırlıyorum.
Ceyhun: (tiksintiyle) Onun bu kadar çok kaldığı bir yeri istemiyorum. Ama
eşyalar atılır, yenileri alınır, oda boyanırsa…
Elif: (cevap vermez)
Ceyhun: Ne dersin kabul edecek
mi?
Elif: Bilmiyorum kararı
amca verecek.
Ceyhun: O çürük sebze hangi
kararı verebilirmiş ki?
Bülent: (girer, Ceyhun sırıtarak çıkar) İstemiyor. Elif
yatılı bir hemşire tutsak olmaz mı? Biliyorsun amcanın parası var, verecek…
Elif: (kendini tutmaya çalışarak) Bir de evimde hemşire mi dolansın
istiyorsun. Gece gündüz. Hiç yalnız kalamayacak mıyım ben?
Bülent: (saatine bakar, bu konuşma çok uzayacaktır) Özür dilerim akşama eve yetişmem lazım da bir
toplantıya katılmamız lazım. Ama evet haklısın. O zaman gündüzlü birini bulmaya
çalışalım. Ama söz veriyorum bu konu burada kapanmadı. Yakında gelip bir daha
konuşacağım amcamla. Hoşçakal canım (çıkar).
Elif: (masaya çöker)
Büyükamca : (odası aydınlanır) Elif kızım, ihtiyacım
geldi galiba… (kafası düşer uyuklar)
Ceyhun: (girer) Alışıldık dağınıklık
ve koku… Bugün kapı dışarı ediliyordun moruk! Ama duyduğuma göre kabul
etmemişsin. Bir bardağa çeşitli ilaçlar döker karıştırır. Hadi kalk şunu iç
bakalım (adamı doğrultur zorla içirir).
Bakalım ne kadarına dayanıyormuşsun.
SAHNE III: VAROLUŞ
Hatıra Defteri:
Ceyhun ve Deniz dün muhteşem bir düğün töreni ile evlendiler. Ceyhun çok mutlu. B. de nikaha geldi. Kızın ailesi tanınmış bir aile olduğu için düğünde bayağı ünlü sima vardı. Daha mezun olmadılar ama birlikte yaşayabilmek için başka yolları yoktu. Sanırım Deniz’in ailesi bu konuda ısrar etti. Haklı olabilirler. Önemli olan çocukların mutluluğu. Ne kadar iyi bir çocuk. Son günlerde bana adeta direk oldu. Ona yaslanıyorum. Bu aralar yeni bir yazıya başladım. Amerikanın 11 Eylül sonrası politikasını ele almaya çalışacağım. Olguları haftalardır topluyorum. Yazımda Amerika’nın saldırganlığının arkasında büyük petrol şirketlerinin olduğunu kanıtlamaya çalışacağım. Bir yerde yayımlatamazsam bile e- gruplardan birine gönderirim. Yazı yazıdır. Hem e-grupların üye sayısı kimi gazetelerden daha çok. Bir de şu kültürel haklar meselesi var. Anadil üzerine bir şeyler okumam lazım. Niye şu duvar yıkıldı diyesim geliyor zaman zaman…
Senem : (girer) Merhaba (çekingen). Uzun müddetten beri
görünmedin de bir bakayım dedim. Bu arada kapı açıktı.
Elif: Ahh kedi için açık
bırakmıştım. Gel canım yeni bir yazıya başladım da onu yazıyorum.
Senem: Şu barış gönüllüsü
çocuklar örgütü üzerine mi?
Elif: Aa yok o fikrimden
Fuat vazgeçirdi beni. Aileler çocukları
göndermez diyor. Oysa ben Ceyhun’u hemen gönderirdim.
Senem: (garip bakar) Ceyhun’un askerlik zamanı
gelmedi mi? Ne oldu o iş…
Elif: Bilmem… O askere gidemedi.
Halbuki istiyordu. Olumsuz rapor mu vermişler nedir anlamadım. Ceyhun
ayrıntıları anlatmadı. Ben de çok meraklı değildim gitmesine. Gidip
oralarda belki de adam öldürmek falan.
Senem: Ama mecburiyet işte.
Ali bu ay gidiyor. Okulu bitti biliyorsun. Askerliğini de bitirip ondan sonra
bir işe girmek istiyor. Yazı dışındaki
durumlar nasıl?
Elif: (tuhaf biçimde kıkırdar, aklına bir şey gelmiş gibidir, zor tutar
kendini Senem’den uzaklaşır) İyi iyi… (sakinleşir
yine eski Elif) Kusura bakma aklıma bir şey geldi… galiba…
Senem: (tuhaf bakmaya devam eder) İyi
misin?
Elif: (durumu anlar) İyiyim ama çok yoruluyorum Senem. Biliyorsun gündüzlü
hemşire çok para istedi. Bir kadın geliyor ama kimse bu işte fazla kalmak
istemiyor. Bugün var yarın yoklar. Gerçi parasal açıdan idare ediyoruz ama.
Senem: Bülent’le bir daha
konuş. Onu evleniyor diye duydum doğru
mu?
Elif: (yine kıkırdar, düzelir) Evet sanırım bugünlerde evleniyorlar.
Artık bu kadar birlikte yaşadıktan sonra normaldir.
Senem: Bence sen bu işin
üstüne git, senin de yaşamaya hakkın var. Bülent’in yaptığına bak! Sen bırak
amcanı eski karının başına, sonra da çek git.
Elif: (dalar)
Senem: Ben gidiyorum.
Bana uğra arasıra.
Elif: (kendine gelir) Güle güle (amcanın
odasına dalar, ortalığı toplar, pencereyi açar, Amca'yı sarsarak uyandırır) Amca! Sürgünü değiştireceğim.
Büyükamca: Sen misin Elif? (öksürür,
salyalar…)
Elif: Amca şu huzurevi
meselesini bir daha düşünseydin. İnan çok yoruluyorum. Orada sana daha iyi bakarlar.
Büyükamaca: Hiçbir yere gitmem.
Ben buraya para veriyorum.
(telefon çalar)
Elif: (koşar) Evet benim. Nalan
sen misin? Teyzem mi? Yarın mı? Yarın
öğleye orada olurum. (bağırır, çığlık gibi) Ceyhun Teyzen… (masasına
çöker, az sonra yazı yazmaya başlar, ışık azalır, CD çalara Beethoven’in dört
numaralı konçertosunu koyar)
Ceyhun: (sessizce amcanın odasına süzülür. ışık yanar)
Hadi bakalım işe başlıyoruz.
Elif: (aydınlanır, yerinden kalkar, odada Ceyhun’u görür, yerine gelir oturur)
Ceyhun: (dans eder gibi ilaçları karıştırır. kahkahalar atar, amcanın
üzerine eğilir… Işık kararırken odadan
çıkar. az sonra klasik müziği bastıran pop müziği çaldığı duyulur)
Elif: (epey sonra kalkar) Ceyhun müziği kıs! Amcanın sürgüsünü almalı, saatlerdir o vaziyette… (içeri girer, sürgüyü almaya çalışırken
tuhaflık fark eder, sarsar, amcayı uyandıramaz.
Elif: (çıkar, CD çalara klasik bir müzik koyar, pop müzik yavaş yavaş söner. kendine bir içki doldurur, makinesinin başına geçip bir süre yazar. sonra
kalkar Amca'nın odasına girer)
Elif: (karşısına geçer ve amcayı bir süre seyreder sonra kararlı bir şekilde telefona
gelir, numaraları çevirir) Doktor
Bey, Büyükamca bir tuhaf, uyandıramıyorum, sanki şey, bana ölmüş gibi geldi… Tamam bekliyorum.
Ceyhun: Ne oldu?
Elif: Yine mi yaptın?
Ceyhun: Sen neden
bahsediyorsun? Ben bütün gece odamdaydım.
(kapı çalınır )
Doktor : (alışkın bir şekilde doğru amcanın odasına girer, muayene eder. dışarı
çıkar.)
Evet korktuğunuz gibi. Yalnız yatağındaki ilaçların neredeyse hepsi boştu.
Elif: Hiç farkında değilim…
Zaten teyzem de… çok ağırmış durumu… yarın yola çıkacaktım… ben bana ne kadar dedinizse o ölçülerde verdim.
Aslında o ilaçlar ne zaman bitiyor, ne zaman satın alıyorum, hatırlamıyorum
bile…
Ceyhun: Kendi kendine içmiş
olamaz mı? Eli ayağı tutuyordu.
Doktor: Olabilir. Zaten bu yaşta uykusunda ölmesi de
normal, intihar etmesi de. Neyse, uykusunda ölmüştür diye bir rapor yazacağım
yarın alırsınız. Cenaze işlemlerini başlatmak için Bülent Bey’i ararsınız değil
mi. Hastaneden birileri birazdan gelir, siz arayınca tahmin edip haber vermiştim.
(doktor çıkar, iki
görevli içeri girer. battaniyeye sardıkları
amcayı sedyeye yerleştirip dışarı çıkartırlar.)
Elif : (içeri girer, bakar. sonra hızla bulduğu bir bavula adamın
eşyalarını yerleştirir, dolapları boşaltır. elektrik süpürgesi ile halıyı süpürür,
çarşafları ve yatağı pencereden atar. bu arada Ceyhun da içeri girmiş toz
almaktadır. anne oğul yatağın yerini değiştirir, camın kenarına çekerler. doğrulup birbirlerine
bakarlar. Işık söner.)
SAHNE IV: SORUŞTIRMA
SAHNE IV: SORUŞTIRMA
Hatıra Defteri:
Bugün Ceyhun ve Deniz’den bir mektup aldım. Mektubun içine yeni doğan kızlarının fotoğraflarını koymuşlar. Tanrım ne kadar güzel bir bebek. Elleri yumuk yumuk. Nasıl da bakmış babasına. Küçücük bir şey ama belli ki daha şimdiden babasına hayran. Keşke teyzem hayatta olsaydı da bu muhteşem yaratığı görebilseydi. (makinenin üzerine kapanır, hıçkırır. Kalkar CD çaların düğmesine basar, kendine bir içki doldurur, tekrar masaya oturur)
Bugün Ceyhun ve Deniz’den bir mektup aldım. Mektubun içine yeni doğan kızlarının fotoğraflarını koymuşlar. Tanrım ne kadar güzel bir bebek. Elleri yumuk yumuk. Nasıl da bakmış babasına. Küçücük bir şey ama belli ki daha şimdiden babasına hayran. Keşke teyzem hayatta olsaydı da bu muhteşem yaratığı görebilseydi. (makinenin üzerine kapanır, hıçkırır. Kalkar CD çaların düğmesine basar, kendine bir içki doldurur, tekrar masaya oturur)
(kapı Çalınır, Elif
gider açar, gelen Bülent’tir)
Elif: (şaşırır) Hoş geldin, seni
beklemiyordum.
Bülent: Seninle ve Ceyhun’la
cenaze sırasında konuşamamıştım bazı sorular kafama takıldı. Amcam nasıl öldü?
Elif: Onun 87 yaşında
olduğunu biliyorsun değil mi? Doktor bile ölümüne şaşırmadı, beklenen bir
şeydi.
Bülent: Otopsi yapıldı mı?
Raporu görmek istiyorum
Elif: Neden?
Bülent: Doktor boş ilaç
şişelerinden bahsetti. Bunun nedenini merak ettim.
Elif: Onca şişenin durumu
nedir, aklımda tutamam ya…
(Ceyhun içeri girer,
sırıtmaktadır)
Ceyhun: Merhaba Baba…
Bülent: (doğrudan konuya girer) Ona o gün
herhangi bir ilaç verdin mi?
Ceyhun: (korkar) Hayır vermedim.
Elif: Neden bu işin peşini
bırakmıyorsun Bülent?
Bülent: Çünkü oğlumu
tanırım.
Elif: (geniş geniş gülümser; hatta kahkahalarını
zor tutuyor gibidir)
Bülent: Bu kadar komik olan
ne?
Elif: Ceyhun’u ne hale
getirdiğini düşünüyordum. Sen ne yaptın peki ha? Kılını bile kıpırdatmadın.
Bülent: Hangi konuda? Ne
demek istiyorsun?
Elif: Amcan konusunda. Onu, neydi o huzur evinin adı… Hahh “genç
aşıklar evi”…
(isim ona çok komik
gelmiştir. kahkahalara boğulur, Ceyhun da ona katılır)
Bülent: (sinirli) Biliyorum, biliyorum ama şu anda bunun bir önemi yok.
Kes artık Elif! Kendini kaybetmiş gibisin!. Sakinleş! (çıkar)
Ceyhun:(gülerek) Güle güle… (içki
şişesine yönelir)
Elif: Bir tane de bana
doldur.
SAHNE V: KOPUŞ
SAHNE V: KOPUŞ
Hatıra Defteri:
Nihayet torunumu gördüm. Onlarda kaldığım bir hafta su gibi akıp geçti. Kıvılcım artık üç yaşında olmuş. Bunca zaman gidip görmediğim için çok hayıflandım. Onlar da gelemiyorlar. Çocuk, işleri… Ne kadar mutlular… Kocaman bir eve taşınmışlar. Yeşillikler içinde bir sitede. Çok da güvenlikli bir yer. Ceyhun işinde epeyi ilerledi. Yakında genel müdür olma ihtimalinden bile söz ediliyormuş artık. Belki de en genç genel müdürlerden biri olacak. Bir yıllığına Amerika’ya gitme ihtimali de varmış. Tabi karısını ve çocuklarını da yanına alacak. Onlara çok düşkün.
Nihayet torunumu gördüm. Onlarda kaldığım bir hafta su gibi akıp geçti. Kıvılcım artık üç yaşında olmuş. Bunca zaman gidip görmediğim için çok hayıflandım. Onlar da gelemiyorlar. Çocuk, işleri… Ne kadar mutlular… Kocaman bir eve taşınmışlar. Yeşillikler içinde bir sitede. Çok da güvenlikli bir yer. Ceyhun işinde epeyi ilerledi. Yakında genel müdür olma ihtimalinden bile söz ediliyormuş artık. Belki de en genç genel müdürlerden biri olacak. Bir yıllığına Amerika’ya gitme ihtimali de varmış. Tabi karısını ve çocuklarını da yanına alacak. Onlara çok düşkün.
(Ceyhun içeri girer,
hızla ortalığı toplamaya başlar, yıkanmış ve çok iyi giyinmiştir)
Elif: (memnun,
şaşkın) Neler oluyor?
Ceyhun: (utangaç) şey ortalığı topluyordum odamdaki fazla eşyaları da
atıyorum.
Elif: (şaşkın, mutlu gülümser) odan güzelleşecek desene.
Ceyhun: Şey Anne bugün yedi
buçuk gibi bir arkadaşım gelecek…. Bir kız… Evde misin?
Elif: Evde olmamı istiyor musun?
Ceyhun: Fark etmez.
Elif: Biraz işim var çalışma
odamda olacağım. Sizi rahatsız etmem. (masasına geçer)
Ceyhun: (CD çaları çalıştırır, Ceyhun’un bulunduğu yerde ışık azalır, kapıyı
açar, içeri bir kız girer, içki içerler,
konuşurlar)
Elif: (odasına çekilmiş heykel yapmaktadır, zevkle çalışır)
( telefon çalar)
Elif: A buyrun doktor bey. Nasıl? Otopsi mi? Bunu Bülent mi istemiş? Ama neden? Yaptığı tek şey ortalığı karıştırmak.
(müzik yükselir)
(Ceyhun kıza sarılmak
ister, elinden tutup onu içeriye götürmek isterken kız elinden sıyrılır ve
çıkar gider, Ceyhun arkasından baka kalır)
Elif: (Ceyhun’un yanına
girer) Arkadaşın gitti mi? (durumu anlar,
sıkıntıyla konuya girer) Bülent yine ortalığı karıştırıyor…
Ceyhun: (duymaz) Keşke telefon numarasını alsaydım. (çıkar)
Elif: (seslenir) Bugün babandan bir mail aldım.
Dış Ses Bülent:
Sevgili Elif
Otopsi isteğimden şimdilik olumsuz bir sonuç çıktı ama ben de
bu işin üzerine daha fazla gitmemeye karar verdim. Kişisel düşüncem Ceyhun’un ona
aşırı ilaç verdiğidir. Bu olanların
oğluma karşı duygularımı temelden etkilediğini söylememe gerek yok sanırım.
Amcamın miras işleri bitmek üzere. Miras
elime geçer geçmez sana en az yirmi bin liralık bir para göndereceğim…
Elif: (güler, elindeki mail çıktısını iki parçaya ayırır) İşte o paranın
benim için anlamı bu.
(Ceyhun girer)
Ceyhun: Anne delirdin mi?
Elif: Teyzemden kalan para
bize yeter. Çalışıyorum da...
Ceyhun: O zaman Bülent’in
gönderdiği parayı benim hesabıma yatır. Madem istemiyorsun.
Elif: Hayır! Sen babanın
son yıllarda gönderdiği nafakayı da yarı yarıya indirdiğini bilmiyor musun?
Onun vicdanını rahatlatmasına izin vermeyeceğim. Şimdi çalışmak istiyorum.
(Ceyhun çıkar)
Sahne VI: PARÇALANMA
Sahne VI: PARÇALANMA
Hatıra Defteri:
Çocuklar Amerika’da, Kıvılcım için çok güzel bir kazak örüp göndermiştim. Şimdi beş yaşında. Gönderdiğim kazakla bir fotoğrafını çektirip göndermişler. Ne de yakışmış. Tıpkı Ceyhun’a benziyor. Hele bakışları, ışıl ışıl. İnsanı delip geçiyor sanki. Keşke Bülent hayatta olsaydı da bu günleri görebilseydi. Ne kadar düşkündü Ceyhun’a, özellikle böyle güzel bir torun onu ne kadar mutlu ederdi. Eminin o da çocuklarla birlikte Amerika’ya gitmeye kalkardı. Kıvılcım’ın heykelini epeyi ilerlettim artık son rötuşlarını yapıyorum. Onu da diğer heykellerin yanına koyacağım. Kim bilir ileride belki bütün salonu bunlarla doldururum hatta bir sergi açarım neden olmasın?
(Senem gelir, Elif
heykellerin üzerine acele ile örter)
Senem: Hiç görünmüyorsun
Elif. (örtülerin altına bakmaya çalışır, Elif
arkasını döndüğünde birinin örtüsünü kaldırır, bakar)
Elif: (son
yazısını aramaktadır) Bunu okudun mu ?
Senem: Evet bence biraz
ağır bir yazı olmuş. Yani dilinin sivriliğinden söz ediyorum.
Elif: (sinirlenir) Bütün bunlardan duvarı yıkanların sorumlu olduğunu
söylemeyecek miyiz yani. Onu söylemeyeceksek neyi söyleyeceğiz. (dosyayı
karıştırır, sayıklar gibi okur..)
“Gerçek cehennem, düşle gerçek arasındaki farktır….”
“Aşırı ekşimenin yol açtığı düşler…”
“Ve ten rengi kabuğun üzerinde bâkir bir cızırtıyla kayan kalem…”
Senem: Elif iyi misin?
Elif: (düşten uyanır
gibi)
Evet, elbette neden sordun? (toparlanır)
Eski yazdığım yazıların başlıklarına bakıyordum. Daha bunları toparlamam lazım.
Senem: Son zamanlarda
kendine iyi bakmıyorsun biraz dinlenmelisin. Bütün bu olanlar seni çok yordu.
Örneğin saçını boyamayı bile bıraktın (güler). Sonra evin de boyanmaya
ihtiyacı var. Gazeteler her tarafı dağ gibi sarmış. Hadi şurayı yeni baştan düzenleyelim, boyayalım. Ceyhun da yardım eder.
(telefon çalar)
Elif: Efendim! Aa evet merhaba Bülent, evdeyim, tamam bekliyorum.
Senem: Bülent miydi?
Elif: Evet yanında da bir
arkadaşını getiriyormuş nereden icap ettiyse.
Senem : (tedirgindir) Elifçiğim çok zor günler geçirdin.. Sıkıntılarını Bülent’e
anlatsan diyorum, sana yardım edecektir…
Elif: Ben hayatımda hiç
olmadığım kadar mutluyum, bunları da nerden çıkarıyorsun (tedirgin)
(Senem çıkarken Bülent ile karşılaşır)
Bülent: İçeride mi?
Senem : Evet. Sana haber
vermek zorunda kaldım. Son günlerde çok garip davranıyor. Odasını garip heykellerle
doldurmuş. Yazdığı yazılar şehirde herkesi tedirgin etmeye başladı. Onları
fotokopi ile çoğaltıp posta kutularına
bırakıyor veya kapı altından atıyor. Çoğu insan selamı sabahı kesti ama o
farkında değil. Artık ne kendisiyle ne de evle ilgileniyor.
(Senem gider Bülent
yanındaki kişi ile birlikte içeri girer.)
Elif: (tedirgindir, olabildiğince kibar ve soğukkanlı davranmaya
çalışır) Hoş geldin Bülent.
Bülent: Merhaba canım, bir iş
için Aydın Bey ile buluşup, çalışmam gerekiyordu, buraya gelmişken sizleri
görmeden gitmek istemedim. Senden bahsedince Aydın da seninle tanışmak istedi.
Kendisi sanat tarihi uzmanıdır.
Aydın: Merhaba Elif Hanım.
Elif: Memnun oldum, ne içersiniz
?
Bülent : Ben bir kahve içerim.
Aydın: Ben sadece soğuk su
alayım lütfen.
Bülent : Buraları, bu evi
özlemişim. Ev biraz yıpranmış galiba. Burayı neden boyatmıyorsun?
Elif : Düşünüyoruz, ama
biraz pahalı bir iş.
(Ceyhun girer)
Ceyhun: Merhaba baba.
Bülent: Oğlumla tanıştırayım,
bu da Aydın bey.
Ceyhun : Merhaba. Ben bir bira alayım. Merhaba anne.
Bülent : (anlamlı) Oğlum birayı çok sever de…
Aydın: Sizin heykelle
uğraştığınızı duydum çok ilgimi çekti.. Ne tür şeyler yapıyorsunuz?
Elif : (Bülent’e bakar, bir şeyler sezinlemiştir.) Önemli şeyler
değil sadece hobi olarak…
Bülent: Ben de merak
ediyorum, geçen gün Senemle konuştuk da
o bahsetti. Görebilir miyiz?
Elif : Hayır!
Aydın: Ben de yakınlarda
oturuyorum, Bülent sizden bahsedince gelip sizinle tanışmak istedim, lütfen
sakıncası yoksa ben de görmek istiyorum.
Elif: Aaaa... (düşünür)
içerisi çok dağınık…
Bülent: (aldırmaz, ayağa kalkar) Gelin,
sizi Elif’in çalışma odasına götüreyim.
Elif : (tiz sesle) Hayır dedim!
Bülent : Neden böyle garip
davranıyorsun?
Elif : (normal davranmaya çalışır) Yani içerisi çok dağınık.
Aydın : Önemli değil Elif
hanım, siz benim atölye mi bir görseniz.
(Elifin odasına
girerler, ışık yanar, her taraf irili ufaklı heykellerle doludur)
Elif : (hatıra defterini alelacele eline alır ve ona sarılır…)
Aydın: Çok enteresan. (örtüleri kaldırır, birer birer bakar)
Ceyhun: (heykelleri ilk defa görmektedir, şaşkınlıkla bakar)
Bülent: Bunların hepsi Ceyhun’a
benziyor gibi yoksa yanılıyor muyum?
Aydın: Benim en çok ilgimi şu
soyut heykeller çekti, mesela bu nedir?
Elif: Kent, yalnızca kent…
Aydın: Tavşan üretme çiftliğine
benziyor.
(odadan çıkar Ceyhun
da arkasından çıkar)
Bülent. Her şey yolunda mı? (elif bakar)
O parayı almayı neden kabul etmedin? (Elif susar)
Ceyhun bana çok içiyormuş gibi geldi.
Elif İç ses: Ne yapmaya çalışıyorsun.
Üzüntülerimin dökümünü mü çıkarmak istiyorsun?
(yüksek) Ceyhun’u niye çağırıp onunla hiç
konuşmadın?
Bülent : Onu bir kaç ay önce İstanbul’a
çağırdım ama gelmedi.
Elif iç ses: Amcanı öldürmekle
suçladığın düşünülürse gelmez elbette.
(yandaki odaya
geçerler, Aydın Bey orada beklemektedir)
Aydın: Ders aldınız mı?
Elif: Hayır, bu benim için
yalnızca bir eğlence.
Aydın: Kendinizi iyice
kaptırmışsınız.
Bülent: Gitmek zorundayım,
Lütfen bir ihtiyacın olunca beni ara Elif. Hoşçakal Ceyhun.
(Aydın beyle birlikte çıkarlar)
(Ceyhun televizyonu açar)
Elif: Kapat şunu Ceyhun
midemi bulandırıyor.
Ceyhun: Son yazının
başlığını gördüm “başkanı vurun” hangi başkan bu vurulacak olan (gülerek).
Elif: Bush elbette ama
diğerleri de olabilir…
(birlikte gülerler)
Sahne:VII
SON
Hatıra defteri: Bülent öleli üç
yıldan fazla oldu. Deniz yine hamile. Kıvılcım bayağı büyüyünce artık ikinci bir çocuk için tam
zamanı dediler. Bakalım ne olacak, inşallah erkek
olur. Bir kız bir oğlan. İdeal olan bu. Artık
Amerika’dan da geldiler. Yakında beni ziyarete
gelecekler. Bülent’in mezarına da gideriz. Torunlarının büyükbabalarının mezarını görmeye hakları olduğun düşünüyorum. Eğer Anne ve babaları itiraz etmezse, çocukları oraya götüreceğim
gelecekler. Bülent’in mezarına da gideriz. Torunlarının büyükbabalarının mezarını görmeye hakları olduğun düşünüyorum. Eğer Anne ve babaları itiraz etmezse, çocukları oraya götüreceğim
(Ceyhun görünür)
Ceyhun dış ses: Ne yazıyor böyle yılladır?
Hayır bir kere bile okumadım onları. Benle ilgili hiçbir şeyi okumak istemiyorum.
Kimbilir neler anlatıyordur. İçki, bir
tane bile kız arkadaşımın olmadığı, işsizlik, kavgalar… Pöff hiç birisini okumak istemiyorum.
(kapı çalınır)
Senem: (gelir) Merhaba Elif senin şu
“başkanı vurun” yazısını okudum. Sen
çıldırdın mı? Ne yapmaya çalışıyorsun?
Elif: Şu anda dünyada dört
nala giden şey sağ eğilimli faşizm ve tekmerkezciliktir. Yeraltı basını için yazacaksam
neden bu durumdan eğlence payı çıkarmayayım?
Senem: Senin için
kaygılanıyorum…
Elif: Onun için mi Bülent’e
heykellerden bahsettin?
Senem: Bak buna mecburdum,
çok değiştin. Yardıma ihtiyacın var. Neden bir doktora görünmüyorsun?
Elif: Senem bak zaten
moralim bozuk üstüme varma (bağırır) Bugün işimden de oldum. Nedeni de çok komikti. O iş için daha genç insanlara
ihtiyaçları varmış.
Senem: Bülent’in sana telefon ederek en az üç doktor adı verdiğini biliyorum Elif. Lütfen
onlardan birine görünmeyi kabul et.
Elif: (normal ve kibar görünmeye çalışarak) Yazmam gereken yazılar var Senem.
(Senem çıkarken, Bülent ve Aydın girer, yanında bir kişi daha vardır. Senem onlara bakıp hemen
kaybolur).
Bülent: Merhaba Elif.
Aydın: Merhaba Elif
Hanım. Size bir arkadaşım tanıştırmaya
getirdim. Sizin heykellerinizi görmek istiyor.
Hüseyin: Yakında bir sergi açmayı düşünüyoruz, belki
sizinkileri de sergiye dahil edebiliriz. Ne dersiniz? Onları görebilir miyim?
Elif: Hayır ben istemiyorum.
Bülent: Niye bu kadar inat
ediyorsun?
Elif: Ama asıl anlamadığım şey benimle neden böyle
ilgilendiğin. Çevremizdeki dünya elli küsur parçaya ayrılırken kalkmış elli
yaşını aşmış bir kadınla ilgileniyorsun.
(dinlemez Elif’in
odasına girmeye başlarlar. Ceyhun ortaya çıkar seslenir)
Ceyhun: Hey heyy!
Elif: Akıl almaz bir
kabalık bu. (yollarını keser)
Bülent: Lütfen… (Elif’in elini tutar kenara çeker)
Elif: Defolun buradan. Önceden haber vermeliydiniz.
(Aydın hatıra defterini bulur, alır, Elif saldırır. sesler, bağırışlar… Işık
azalır, gölgeler birbirine girer… ışık
artar, Elif sakinleşmiş kucağında güncesi oturmaktadır.)
Ceyhun: Defolup gidin buradan (sarhoştur ve korkmuştur).
Elif: Kendi kendine mırıldanır: Bu yaz buraya gelecekler, küçüklerin bahçede oynadıklarını seyretmeyi dört
gözle bekliyorum.
Ceyhun: Anne şu mırıldanmayı
kes deli oluyorum!
Aydın: Bakın Elif hanım,
bizler doktoruz, kendi isteğinizle bize
gelmeniz için Bülent Bey çok uğraştı. Şimdi bizimle birlikte gelmeniz gerekiyor. Lütfen zorluk çıkartmayın.
Elif: (ağlamak üzeredir soğukkanlı aklı başında
kibar görünmek için azami çaba sarf eder)
Niye benim uğraşıyor o.
Artık benim eşim bile değil.
Aydın: Bakın ben aile
doktorlarıyım ve kanımca bizimle gelip tedaviye başlasanız iyi olur. Bu sadece
Bülent Bey’in isteği değil. Ya Gönül
rızasıyla ya da değil. Bizimle
gelmelisiniz.
Elif: (teslim olmuştur, uyur gibi,
sesi titrer, elleri titrer) Size Ceyhun’un büstünü göstereyim. Üstünü metalle
kapladım, bronz heykele dönüştü, kaidesi de var. Ben yaptım. Onu da alabilir
miyim?
Aydın: Elbette, neden
olmasın?
(heykel yerden epeyce
yüksek bir kaidenin üstüne konmuştur, almaya çalışırken ayağa tökezlenir,
kaideye çarpar, heykel üstüne devrilir.)
(Işık azalır, adamların Elif’i yerden
kaldırarak ağır ağır götürdükleri görülür, Ceyhun dehşet içinde olanları
izlemektedir.)
(ışık artarken, Ceyhun
yalnız kalmıştır)
Ceyhun: Annem öldü… aniden … öldü… birdenbire… şimdi, şu anda, öylece
oluverdi…biraz önce… sadece iki dakika önce…
(yerdeki hatıra
defterini alır)
Ceyhun: (sayıklar gibi) Bunu asla okumayacağım. Ya babam okursa? Bütün o benimle ilgili kötü şeyleri
okursa… Onu saklayacağım, hep benimle olacak, ama asla okumayacağım, başka
kimse de okumayacak… (dolabın arkasına
gizler, sonra aniden dolabı kenara çeker, defteri eline alır ve deli gibi okumaya
başlar)
IŞIK KARARIR
Önemli Bir NOT
En sevdiğim yazarlardan biri olan Patricia Highsmith’in Edith’in Güncesi romanını okuduktan sonra bu temada ve içerikte bir şeyler yazmak istedim, ortaya bu oyun çıktı.
Bu oyun; romanın dramatik bir metne dönüştürülmesi veya yerelleştirilmesi değil; bir yeniden yaratım, bir serbest izdüşümüdür.
Her hakkı saklıdır. Başka bir yerde yayımlanamaz ve/veya oyun olarak sergilenemez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder