Dilara K. Tüfekçioğlu
14 - 21 Mart 2015
Karanlıkta değil, güpegündüz çıkıp geldiler.
Çok
değildiler. En fazla elli kişi.
O kadar az kişi, nasıl oldu da yüzlerce insanın
yaşadığı köyümü ele geçirdi, bizi esir aldı?
Olur mu, demeyin. Oldu.
Hepsi
silahlı, kara giysili, yüzleri kapalı, vahşi elli adam. Masallarımızda
anlatılan 40 Haramiler gibiydiler.
Biz
ne yapabilirdik?
Babam, amcam, anam ve kardeşlerim ne yapabilirdi?
Birkaç kişi
elimizdeki silahlarla direndi ama olmadı.
Ben ve kız kardeşlerim, köyden bazı
kızlar köyün arkasındaki oyuklara saklandık. Karanlık deliklerde sesimizi çıkarmadan,
nefes almaktan korkarak sindik, bekledik.
Sonra bizi buldular. Sürükleye
sürükleye köy meydanına getirdiler. Meydanda köyün köpekleri, bağırarak bir
şeyin etrafında dönüyordu. Çukur vardı orada, önceden orada olmayan.
Öldürüp
oraya atmışlar erkeklerimizi. Kocam da aralarında olmalıydı.
Çukura koştuk,
içine baktık.
Babamı aradım, kocamı aradım.
Ölmemiş olanlar, kıpırdayanlar,
inleyenler vardı.
Bağırmadım. Ağlamadım. Gördüm. Aklıma yazdım.
Canlı canlı
toprak attılar üzerlerine. "Durun!" diye bağıran kadınlardan bir ikisini de fırlatıp
içine attılar çukurun.
Onlar insandı, biz değildik.
Öyle diyorlardı.
Onlar insandı,
biz şeytana tapanlardık, insan değildik.
Öyle diyorlardı.
Onlar insandı.
Bizi
insan olarak değil, köle olarak, mal olarak yanlarına aldılar.
Onlar insandı.
Biz değildik.
Biz değildik.
On sekiz yaşımdaydım. Amcamlarla uzun yıllar Almanya’da
kalmış, evlenmek için daha bir sene önce köye gelmiştim. Evlendiğim adam akrabamızdı.
Almanya’da okudum. Ortaokulu bitirmiş, derdimi anlatacak kadar Almanca
bile öğrenmiştim.
Niye döndüm ki? Neden hayır diyemedim? Neden boyun eğdim?
"Gel
seni evlendireceğiz" dediler, geldim.
Şimdi de onlar geldi.
Kendilerini insan olarak görenler.
Bana
şeytanın kızı deyip, köpekten bile daha aşağı görenler.
Murdar gördükleri
köpeklerden bile daha aşağıdaydık biz.
Çukuru kapamadan köpekleri de öldürüp
çukura attılar.
Beraberce gömdüler onları.
İşlerine yaracak genç kadın ve çocuk kızları yanlarına
aldılar, ben de aralarındaydım.
Günlerce yürüdük, aç kaldık, susuz kaldık, her
gece birilerinin saldırısına uğradık.
Evli
olmayanları ayırmışlardı, onlara dokunmadılar.
Onlar kıymetliymiş, daha fazla
paraya satabilirlermiş.
Sonraları o gözü dönmüşlerin kendine insan diyenlerin,
kendi kurallarını çiğnediklerini de gördüm ben.
Kafeslere koydular bizi.
En fazla para verene satmak için
bir mal gibi sergilediler.
Bir kilo et parasına sattılar bizi.
Her tarafımız
kapalıydı, kara çarşaflar içindeydik.
Ama köle- kadın pazarını gezen erkeklerin
bizleri ellemesi, alıp bir yere götürüp incelemesi, serbestti. Ben, yirmi dolar
veren yetmiş yaşındaki bir adama satıldım.
Bir değerim yoktu. Evliydim,
değersizdim. Adam benim gibi iki kadın daha aldı pazardan.
Ne olacak, toplamda üç kilo et parasıydı verdiği.
Adamın, etrafı odalarla çevrili, ortasında havuzu olan,
avlulu büyük bir evi vardı. Üst katın
bir kısmı kadınlara ayrılmıştı. Buraları kadın ve çocuk doluydu. Adam eski
harem sahibi şeyhlere özenmiş; fırsatçı, işbirlikçi, azgın bir adamdı.
Bir gün; "tamam" dediler, bizi evden çıkardılar,
başka bir yere götürdüler.
Bu sefer 15 dolara sattılar beni.
Eziyetten, açlıktan,
çok zayıflamıştım.
Kara kuru, yüzü, elleri, bedeni yara içinde çocuk gibi
kalmış bir kadındım.
Yüzüm sadece göz olmuştu.
Yüzüme bakan biri, gözleri
delice, dik dik bakan, kocaman gözlerimi görüyordu.
Korkutucu görünüyordum.
Kurtulmasaydım,
10 dolara dahi bir sahip bulamayacaktım.
Sokağa atacaklar, dışarıda sürünerek ölmemi seyredeceklerdi.
İki kere kendimi öldüreyim dedim ama öldürecek bir şey
bulamadım.
Ne bir ip, ne bir bıçak, hiçbir şey yoktu.
Bir kadın vardı aramızda,
evlenme hazırlığı yapıyormuş, kısmet olmamış.
Bir gün bana yalvardı: "Boğazımı ısır,
nefesimi kes, ne yaparsan yap ama beni öldür" diye.
Yapamadım.
Çok yalvardı.
Yapamadım.
Sonra kafasını duvara vura vura öldürmeye çalışırken koştum.
Elime geçirdiğim minderi
yüzüne dayadım, üstüne oturdum.
Altımda çırpındı, çırpındı…
Bırakmadım…
Kurtulmuştu.
Peki, ben nasıl ölebilirdim?
Sonra bir gece yer gök inledi.
Kaldığımız yer de vurulmuştu.
Hepimiz sevinçle bağırıyorduk. Ölmekten korkmuyorduk,
zaten ölmüştük.
Kendine insan,
diyenlerin bağırışları, çığlıkları kulaklarımıza geliyor, biz sevinçle
bağırıyorduk: "Vur, bir daha vur!"
Sonra dışarı fırladık, ölüleri görmek
istiyorduk.
Biri vardı, ben esas onu görmek istiyordum.
İşte…
Biri yerde yatıp inliyordu, gözünü açıp
bana baktı.
Elime aldığım bir taşla ezdim kafasını.
Defalarca vurdum.
Bıraktığımda
geride kalan yüz,
benim hatırladığım o işkencecinin yüzü değildi artık.
Yanımdaki
kadın, ‘kaçalım’ dedi.
Kaçtık.
Başkaları da çıktı geldi.
Yağmur sonrası
topraktan silkinip çıkan karıncalar gibiydik.
Erkekler de vardı aramızda.
Sınır
dedikleri bir yere yürüdük.
İlerideki, sarı renkleriyle göze çarpan bayrakları
gördük, yere kapandık.
Dua ettik, şükrettik, ağladık.
Şimdi bana sağ kalan akrabalarım; "acı çektik, öldük, ama esas ölümü siz
kızlarımız kirlendiği için yaşadık" dediler.
"Yanımızda kalamazsın" dediler.
"Seni yine Almanya’ya
gönderelim" dediler.
"Yanınızda kalmayacağım" dedim.
Başka biri oldum, bundan sonra; o, kendine, insan diyenlere karşı savaşacağım’ dedim.
"Ama önce bana
yapılanları çıkıp anlatacağım" dedim.
"Anlatma" dediler.
Dinlemedim. "Anlatacağım" dedim.
"Bari kendi gizle" dediler.
Bu
örtüyü getirdiler: "Buradan konuş," dediler.
(Örtüden çıkar)
İsmim Leyla.
İşte yüzüm.
Bana yapılanlar benim suçum değil.
Elimin kiri gibi o olanlar.
Yıkarım geçer.
Vicdanım rahat, ruhum temiz, ben bir
insanım.
Söyledikçe, anlattıkça, yüzleştikçe daha da insanlaşacağım.
Utanacak
bir şeyim yok benim.
Utanacak bir şeyimiz yok.
Onlar elimin kiriydi.
Yıkadım geçti gitti.
NOT: Bu öykü-oyunu Öyküm Yok için 2015 yılında yazdım çünkü Kadınlar Sahnesi olarak; "Yeni Dünya"ya özgü farklı öyküler katıp, eski oyunumuzu yeniden çalışma kararı almıştık. Yukarıdaki öykü bu amaçla yazılanlardan biridir.
Oyunumuzu Haziran 2015'te Afife Jale Sahnesi'nde sergiledik.
Mart 2016'da yeniden oynadık.
Mart 2016'da yeniden oynadık.
![]() |
Kafes'in provalarından bir an... |
![]() |
"Altımda çırpındı, çırpındı…
Bırakmadım…"
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder