Dilara K. Tüfekçioğlu2010
Bu oyunu 29 Mayıs 2010'da Afife Jale Sahnesi'nde oynadık. Aşağıya oyundan bir sahne aldım. Oyunun tanıtım kitapçığında şunları yazmıştım. Önce açıklamayı sonra da oyundan bir bölümü okuyabilirsiniz.
Kadınlar Sahnesi'nin İLK Öyküm Yok oyunundan bir an. |
OYUN ÜZERİNE NOTLAR
Bir zamanlar TRT
ekranlarında oynayan bir dizi vardı: KÖKLER… O dizide yazar Alex Harley kendi
köklerinin peşinde Afrika’ya dek giderek trajik geçmişini açığa çıkartıyordu. Köklerini
arayan insanların var olabileceği gerçeği, siyah insanları veya “Kökler”
dizisini düşündüğümüzde mantıklı gelirdi o yaşlarda ve o dönemde bizlere. Oysa
aynı durumun hemen yanı başımızda, hemen dibimizdeki evde veya kendi evimizde
yaşanıyor olabileceği aklımıza bile gelmezdi.
Onlarca savaş, göç,
tehcir, katliam yaşamış ülkemizde de aynı arayış sürüyor olmasın sakın…
Köklerini arayan insanlar… Hala arayanlar… Üstelik Alex Harley’den daha şanslı
sayabiliriz kendimizi. Büyük felaketlerin üzerinden 100 yıl geçmedi daha veya
henüz geçti…
Gün geldi, devran değişti,
sis perdesi aralanmaya başladı. Gizli, kilitli sandıklar açıldı, yüzyıllık
kokular ortalığa saçıldı.
Bu oyun bu tür bir
arayışın izini sürüyor. Ama o kökleri bulmak kolay değil. Öylesine derine
gömülmüş ki o anılar; silinmiş, yok olmuş, yok edilmiş… Kimlikler
değiştirilmiş, kayıtlar ya tutulmamış ya da yeniden yaratılmış, icat
edilmiş.
Bazen tek kaynak insan
hafızası, kuşaktan kuşağa aktarılan öyküler, gizlice aktarılan, fısıltılarla
iletilen öyküler. “SESLER VE KOKULAR”la hatırlanan anılar.
Öyle değil midir?
Çocukluğumuzdan kalan bir koku hatırlarız, o koku tüm hücrelerimizi harekete
geçirerek bize o “anı” hatırlatmaya çalışır. Oyundaki kahramanlarımızda öyle
yapıyor: Sesler ve kokular duyuyorlar, onlar dipte kalmış anılarından kalan
tortulaşmış izler.
Ya rüyalar? Onlara rüya
deyip geçebilir miyiz? Ya onlar da su yüzüne çıkmamış anılarımızın parçaları
ise… Hele bir de anı tüccarı denilen bir KİŞİ ortaya çıksaydı ve rüyalarımızın
anlamını bize daha açık bir şekilde sunsaydı, iyi olmaz mıydı?
İnsana özgü koku var
mıdır? Bireye özgü bir koku yani, tıpkı bir parmak izi gibi… Neden olmasın.
Bilen bilir, herkes farklı kokar, herkes kokusundan tanır sevdiğini veya
yavrusunu. Eğer kokudan tanımak mümkün olsaydı daha mı kolay ulaşırdık
bilinmeze, köklerimize.
Ya bilip de anlatmıyorsak?
Bu bizi “suçlu” yapar mı? Peki ya “suç”, genetik olarak geçer mi?
Bütün bunların yanında
kadınlara özgü problemler... Özellikle yaşadığımız kimliklerle ilgili sorunlar…
Evet, hepsi bu oyunda… Tekmili
birden, “KOKULAR, SESLER VE HATIRALAR”DA
Hoşgeldiniz…
Kokular 2
(KAYSERİ’DE,
BİR ESKİ KONAK )
Deniz: (mutfağa girer) Neler yapıyorsun? Aman Allah’ım bu kokular nedir?
Zelve: Sizinkilere ziyafet hazırlıyorum. Hingel… Unuttun mu?
Deniz: Hingel… Ne diyorsun? (yemek tarifi verir gibi) Mantı hamuru
hazırlarsın, ama içine kıyma koymaz patatesli bir iç koyarsın ve bence
sarımsaklı yoğurtla yenmez, kızdırılmış tereyağlı sosu üzerine dökersin ama içine
tuz da atılmış olmalı, işte sana muhteşem Hingel…
Zelve: (hoşlanır) Aferin. Unutmamışsın.
Deniz: (dışarı bakar) Şu karşı ki apartman yeni mi yapıldı. Küçüklüğümde
sanki orada başka bir ev vardı. Kapı delikli bir zırh gibiydi. Bir de küçük bir
el biçiminde pirinç tokmak vardı (tarif ederek). Onu tıklatmaya bayılırdık.
Özellikle biz İstanbul’dan gelenler için değişikti galiba. İkide bir kapıyı
çalardık. En sonunda eve şikayete bile geldiklerini hatırlıyorum. Sen de vardın
dimi o çetede, bak şu evin kapısını çalardık. Şu ev? Şu ev diye bir şey yok
olmuş artık.
Zelve: (bakmaz, ama bilir) Evet, eskiden buraları ne kadar farklıydı.
Arnavut kaldırımlı dar sokaklar, taş konaklar… Karşı ki evi yıktılar. Sahipleri
on katlı apartman yaptırarak epeyi para kazandı diyorlar. O evi hatırlamaz
mıyım? Girişte dikdörtgen bir avlu vardı. Evin odalarından birinin tavanı
camlarla kaplıydı. Üst kattaki oda… Hatırladın mı?
Deniz: (duymaz, aklı başka yerdedir)
Nasıl bir reyha vardı mahallede ….
Her evde pişen bütün kokuları hala duyabiliyorum. Nasıl bir reyha!!!
Zelve: Ben Sivaslıyım. Reyhadan falan anlamam, ne demek istiyorsun?
Deniz: Koku, Zelve! Kokulardan bahsediyorum…
Zelve: (anlamıştır, devam eder) Üç yaşımdaymışım. Annemle birlikte bu
konağa geldiğimizi hatırlamıyorum bile. Sen daha doğmamıştın. Seninkilerin
hepsi buradaydı. Ne günlerdi. Ama buralı gibiyim artık, gire çıka öğrendim her
şeyi yıllardır. Herkesten daha iyi bilirim buranın reyhasını (dalga geçer gibi).
Deniz: (güler, Zelve’nin zekasının farkındadır) Neden annen seni alıp gelmiş
ki buraya, tuhaf ama hiç sormamışım şimdiye kadar.
Zelve: Bilmiyorum. Annem bana da hiç anlatmadı buraya geliş nedenimizi.
Ama buraya Sivas’tan gelen birkaç kişinin anneme “gavur dölü” dediklerini duydum. Ne anlama geldiğini
anlayamadım bir türlü. Belki de annem de duydu bunları, aldı çocuğunu buraya
hizmetçi olarak geldi. Aslında annesi de onlarla geliyor, anneannem yani… Üç
kadın bir sabah gelip kapınızı çaldık.
Deniz: Evet, ne garip bir hikayedir bu…
Zelve: Nereden tanırlardı dedeni, babanı? Çünkü bir kadının çocuğunu alıp
bir başkasının konağına böyle rahatlıkla gelip yerleşmesi için güçlü bir nedeni
olmalı. Öyle değil mi?
Deniz: Bence de… Nereden buldular
bu evi? Taa Sivas’tan gelip buraya yerleşmek…
Zelve: Bilmiyorum. Annem hiç anlatmadı.
Deniz: Bu eskiler bir garip Zelve’ciğim, hiçbir şey anlatmıyorlar,
hiçbir şey anlatmadılar. Ben de o yüzden buradayım.
Zelve: (hatırlar) Ne günlerdi… Bir çamaşır yıkanırdı, koku bütün
mahalleyi sarardı. Makine mi vardı?
Deniz: Aaaaaa! Iraz ninenin torba yoğurdunu hatırladım. Olamaz… Bunca
yıl sonra. Hatırladım. O koku dün söylediğim kokuydu. Bütün eve sinen koku,
torba yoğurdunun kokusuydu.
Zelve: (sakin) Evet, her zaman yaparlardı. Bir de tarçın ve yenibaharı
hatırlamış olabilirsin. Onu da çok kullanırlardı.
Deniz: (heyecanlı) “Surki” onun adı “Surki” idi. Kekik, kimyon ve biraz
pul biber ve tuz ile karıştırılıp torbada süzülmeye bırakılan yoğurttu. Süzme
yoğurttu. Hatırlıyorum, onu güneşte kuruturlardı.
Zelve: (güler, bilgece) Surki… Yaaa, Surki… Muhteşem bir mezedir.
Deniz: Bak bu Iraz değil mi, bahçedeki. Tanrım ne kadar yaşlanmış. Artık iki büklüm.
Zelve: (gelir, bakar) Evet, çok yaşlandı ama hala yaşıyor. Bekliyor.
Deniz: Kaç yaşında?
Zelve: Tam tamına 101 yaşında….
Deniz: 101 yaşında?! 1915 yılında yedi yaşında olmalı. Her şeyi
hatırlıyordur. Her şeyi. Bir dakika sen dün de bunu söylemiştin. Neyi bekliyor?
Zelve: (gayet olağan) Akrabalarını, kardeşlerini, kardeş çocuklarını,
torunları… Kaybettiklerini…
Deniz: O Ermeni mi? Bunu sana niye soruyorum ki? Yani hep bildim bunu
aslında. Onunla konuşacağım ama belki bana anlatmaz. Sen ne biliyorsun hakkında?
Zelve: Bilinecek çok bir şey yok. Bana her şeyi anlattı. Ailesini
sürmüşler onu da ilin ileri gelenlerinden biri himayesine almış sonra da Müslüman
olması koşuluyla oğlu ile evlendirmiş. Ailesinden
bir daha haber alamamış. Hala onları bekliyor. Hala…
Deniz: Hala mı?
Zelve: Sen olsan ne yapardın?
Deniz: Aynı şeyi… Sonuna kadar, sonuna kadar… Belki de bu yüzden bu
kadar uzun yaşaması…. Sona hala kavuşamadı… Sonuna kadar…
(ışık değişir)
I. Cin: (ellerini sevinçle ovuşturur) Evde ilginç şeyler oluyor. Yıllardır
ilk kez bu ev insanla dolup taşacak!
II. Cin: (korkunç
bir sesle) İnsaaaannnnn! (değişir, sevinçle) Yaşasın, çok heyecanlıyım. Nihayet
bu hayatta varolmamın anlamını bir kere daha idrak edeceğim. Allah’ım, bu güzel
kuluna bunu yeniden ihsan ettiğin için çok teşekkürler.
I. Cin: Sen ne
zaman Müslüman oldun Şükufeciğim?
II. Cin: (şaşırır)
Olmadım. Hakkımızdaki iftiraları doğrular tarzda konuşma Allahaşkına Meftuneciğim,
güya bazı cinler Müslümanlığı kabul etmişmiş….
I.Cin: Bak yine yaptın!
II. Cin: Ne yaptım?
I. Cin: Allah
aşkına dedin.
II. Cin: Eeeee,
demişsem ne olmuş?
I. Cin: Ya Allah
aşkına (farkında olmadan), Allah aşkına dedin (tonlama farkı vardır), bu Müslümanlara
özgü bir kelime değil mi?
II. Cin: (yakalamıştır)
Hah, sen de dedin.
I. Cin: (korkar)
Ayyy! Dedim. Evet dedim… Tövbe tövbe, biz ciniz. İnsanüstüyüz. Din dışıyız.
II. Cin: (yeniden
yakalar, korkar) Ayyy! Tövbe tövbe dedin.
I. Cin: (korkar)
Ayyy! Yine dedim. Ben, ateşten yaratılmış olan ben, ölümlü bir maddi bedene
sahipmişim gibi, bir insanmışım gibi davranıyorum, konuşuyorum.
II. Cin: (ukalaca)
Evet Meftuneciğim. Bunun sebebini izin verirsen kısaca analiz edeyim. Biz, yani
ben, kendi adıma konuşursam, ben, tam olarak (parmak hesabı yapar), hesapladım,
313 senedir bu topraklarda yaşıyorum. Son yüz yılım zaten bu evde geçti. Bağlandım
buraya, bırakamıyorum. Bu nedenle, yaşadığımız kültürden etkilenme gibi bir durumun
ortaya çıktığı çok aşikardır. Ve…
I. Cin: (dehşet
içinde) Evet asimile olmuşuz. İsimlerimiz bile Türkçe.
II. Cin: (dehşet
içinde) Dilimiz bile Türkçe. Bak şu anda Türkçe konuşuyoruz. (gizlice) Fark
ettin mi?
I. Cin:
Ya yaaa! Fark etmemiştim, şimdi
fark ettim.
II. Cin:
En kısa sürede gidelim buradan. Ben de bu arada hesapladım en az
150 yıldır yaşıyormuşum bu topraklarda ama bildiğin gibi bu eve birlikte
gelmiştik.
I. Cin:
Evet Zelve’nin annesiyle birlikte.
II. Cin:
Yok, anneannesi ve annesiyle birlikte.
I. Cin:
Zelve ölür, biz gideriz.
II. Cin: En az
bir 40 yıl daha ha? O kadar yaşar mı acaba?
I. Cin:
Yani aslında hızlandırmak elimizde
II. Cin: Tövbe
de.
I. Cin: (güler)
Ya şaka yaptım. İnsan ömrü tek müdahale edemeyeceğimiz alandır bilirsin. Bize
yasaklanmıştır bu.
II. Cin:
(dedikodu yapar gibi) OOO, ben ne cinler biliyorum. Ölümü
hızlandırmanın bin türlü yolu vardır.
I. Cin: (bilgiççe) Onun koşulları kitapta belirtilmiştir.
Zelve o kategoride değil.
II. Cin:
Peki ya Iraz? Çok acı
çekiyor… Daha ne kadar dayanacak dersin?
I. Cin:
(bilmektedir) Az kaldı. Bu sabah gaibe gittim, yeniden sordum,
yakında dediler.
II. Cin:
Yakında ne?
I. Cin:
Yakında beklediğine kavuşacak.
I. Cin:
(meraklı, heyecanlı) Deme!
II. Cin:
Ben demedim, Gaib dedi.
I. Cin:
Hadi inşalllahhhh!
II. Cin:
Şu Deniz Hanım, buraya bir şeyleri kurcalamaya gelmiş.
I. Cin: O küçükken de böyleydi.
II. Cin: Bu kendileri için de tehlikeli bir şey değil mi?
I.Cin: Eğer kendileri isterse, biz bir şey yapamayız.
II. Cin: Buraya gelecek olan arkadaşlarını inceledin mi? Elinde ne gibi
veriler var?
I.Cin: (bilgisayarını açar) Evet, Ece Aktaş; Deniz Hanım’la aynı
üniversitenin sosyoloji bölümünde hoca. Hiç evlenmemiş. Daha çok kadınlarla
ilgili çalışmalar yapmış. Doktora tezi…
II. Cin: (şaşkın, ürkmüş) Sen, sen ne yapıyorsun?
I. Cin: (sakin) Veri istemedin mi?
II. Cin: (bilgisayarı gösterir) Bu nedir?
I. Cin: (doğal) Bilgisayar.
II. Cin: (kızmıştır) Anam bizi ciniz. Kafayı mı
yedin? Bilgisayar dediğin benim iki parmağımı şıklatmam yanında nedir ki?
Unuttun mu? Sen acayip insanlaşmışsın. Yeteneklerini heder etme, soruyu sor,
parmağını şıklat, işte sana cevap… (bu arada bir şeyler görür) Aman aman, bu kadının geçmişi karanlık… (merakla,
bilgisayara) Yazıyor mu bunlar orada?
I. Cin: (bilgisayara bakar) Yooo, hepi topu bu zaten.
II. Cin: (rahatlar) Ohhh, insan alemi hala bizi
geçememiş. Çok şükür.
I. Cin: (merakla) Ne gördün? (o
arada o da görür) Evet, ben de gördüm. Acı… Kadın çok acı çekmiş.
II. Cin: Evet, Ece bayağı feleğin sillesini yemiş
gibi.
I. Cin: Ben onu kast etmedim. Annesini söylüyorum. Allahım bu ne acı!
II. Cin: Evet, doğru. Sen küçük kardeşe aşık ol
sonra seni büyük kardeşle evlendirsinler.
Ece’nin babasıyla…
I. Cin: Ya… Sonra o baba ölüyor
II. Cin: Amca… Hiç evlenmemiş, yani o sırada, bu dikkatini çekti mi?
I. Cin: Evet, Abi ölünce habire evde, eve bakıyor. Ama aklı annede.
II. Cin: Annenin de onda. Küllenmemiş aşk yeniden alevleniyor.
Ama bizim Ece bunu fark ediyor ve amcadan nefret ediyor.
I. Cin: (meraklı) Baba nasıl ölmüş? Cinayet mi?
II. Cin: Yok ben baktım, sen zahmet etme, Libya’ya
işçi olarak gitmiş, orada inşaattan düşerek ölmüş, sorun yok, tescilli bir ölüm bu.
I. Cin: Anne nerede, evet buldum. Aman Allahım, düşkünler evinde.
II. Cin: Ece, annesini oraya mı atmış? Peki amca?
I. Cin: Onu da buldum. Evlenmiş. 10 yaşında bir oğlu var.
II. Cin: Bunca sene sonra neden evlenmiş?
I. Cin: Araştıracağım. (kızgın) Yalnız ben bu Ece’yle uğraşırım arkadaş,
bunu unutma ben onunla uğraşırım.
II. Cin: (görünmeyeni görür) Geldiler, sesleri duyuyor musun?
I. Cin: (görünmeyeni görür) Evet, o kız kim? Ekipte bu yoktu.
(ışık değişir)
Deniz: (sokağa bakarken görmüştür) Geldiler! Zelve ben kapıya koşuyorum.
(kapıyı açar, Senem girer)
Senem: Merhaba ben Senem, arkeoloji ekibine son anda dahil oldum….
I. Cin: (Kapıda belirir) Bu?! Kokusu, bana birini hatırlattı…
II. Cin: (Kapıda belirir) Bana da… O mu?
Birinci Perde Sonu
Yazardan izin almadan hiç bir yerde yayımlanamaz, alıntılanamaz, çoğaltılamaz ve sergilenemez.
Program dergisi için bkz.
http://kadinlarsahnesi.blogspot.com.tr/2016/03/sesler-kokular-ve-hatralar-program_8.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder