10 Ocak 2016 Pazar

Sesler Kokular Hatıralar


Dilara K. Tüfekçioğlu2010



Bu oyunu  29 Mayıs 2010'da Afife Jale Sahnesi'nde oynadık. Aşağıya oyundan bir sahne aldım. Oyunun tanıtım kitapçığında şunları yazmıştım. Önce açıklamayı sonra da oyundan bir bölümü okuyabilirsiniz.

Kadınlar Sahnesi'nin İLK Öyküm Yok oyunundan bir an. 

OYUN ÜZERİNE NOTLAR

Bir zamanlar TRT ekranlarında oynayan bir dizi vardı: KÖKLER… O dizide yazar Alex Harley kendi köklerinin peşinde Afrika’ya dek giderek trajik geçmişini açığa çıkartıyordu. Köklerini arayan insanların var olabileceği gerçeği, siyah insanları veya “Kökler” dizisini düşündüğümüzde mantıklı gelirdi o yaşlarda ve o dönemde bizlere. Oysa aynı durumun hemen yanı başımızda, hemen dibimizdeki evde veya kendi evimizde yaşanıyor olabileceği aklımıza bile gelmezdi.

Onlarca savaş, göç, tehcir, katliam yaşamış ülkemizde de aynı arayış sürüyor olmasın sakın… Köklerini arayan insanlar… Hala arayanlar… Üstelik Alex Harley’den daha şanslı sayabiliriz kendimizi. Büyük felaketlerin üzerinden 100 yıl geçmedi daha veya henüz geçti…

Gün geldi, devran değişti, sis perdesi aralanmaya başladı. Gizli, kilitli sandıklar açıldı, yüzyıllık kokular ortalığa saçıldı.

Bu oyun bu tür bir arayışın izini sürüyor. Ama o kökleri bulmak kolay değil. Öylesine derine gömülmüş ki o anılar; silinmiş, yok olmuş, yok edilmiş… Kimlikler değiştirilmiş, kayıtlar ya tutulmamış ya da yeniden yaratılmış, icat edilmiş. 

Bazen tek kaynak insan hafızası, kuşaktan kuşağa aktarılan öyküler, gizlice aktarılan, fısıltılarla iletilen öyküler. “SESLER VE KOKULAR”la hatırlanan anılar.

Öyle değil midir? Çocukluğumuzdan kalan bir koku hatırlarız, o koku tüm hücrelerimizi harekete geçirerek bize o “anı” hatırlatmaya çalışır. Oyundaki kahramanlarımızda öyle yapıyor: Sesler ve kokular duyuyorlar, onlar dipte kalmış anılarından kalan tortulaşmış izler.

Ya rüyalar? Onlara rüya deyip geçebilir miyiz? Ya onlar da su yüzüne çıkmamış anılarımızın parçaları ise… Hele bir de anı tüccarı denilen bir KİŞİ ortaya çıksaydı ve rüyalarımızın anlamını bize daha açık bir şekilde sunsaydı, iyi olmaz mıydı?

İnsana özgü koku var mıdır? Bireye özgü bir koku yani, tıpkı bir parmak izi gibi… Neden olmasın. Bilen bilir, herkes farklı kokar, herkes kokusundan tanır sevdiğini veya yavrusunu. Eğer kokudan tanımak mümkün olsaydı daha mı kolay ulaşırdık bilinmeze, köklerimize.

Ya bilip de anlatmıyorsak? Bu bizi “suçlu” yapar mı? Peki ya “suç”, genetik olarak geçer mi?

Bütün bunların yanında kadınlara özgü problemler... Özellikle yaşadığımız kimliklerle ilgili sorunlar…

Evet, hepsi bu oyunda… Tekmili birden, “KOKULAR, SESLER VE HATIRALAR”DA

Hoşgeldiniz… 

Önemli bir NOT: Bu oyunda suflörlüğümüzü yapan Bülent'i (Akdağ) aynı yılın Eylül ayında kaybetmiştik. Bu vesileyle onu anmak ve hatırlatmak; boynumuzun borcudur. 2016 Ocak

Kokular 2

(KAYSERİ’DE, BİR ESKİ KONAK )



Deniz: (mutfağa girer) Neler yapıyorsun? Aman Allah’ım bu kokular nedir?

Zelve: Sizinkilere ziyafet hazırlıyorum. Hingel… Unuttun mu?

Deniz: Hingel… Ne diyorsun? (yemek tarifi verir gibi) Mantı hamuru hazırlarsın, ama içine kıyma koymaz patatesli bir iç koyarsın ve bence sarımsaklı yoğurtla yenmez, kızdırılmış tereyağlı sosu üzerine dökersin ama içine tuz da atılmış olmalı, işte sana muhteşem Hingel…

Zelve: (hoşlanır) Aferin. Unutmamışsın.

Deniz: (dışarı bakar) Şu karşı ki apartman yeni mi yapıldı. Küçüklüğümde sanki orada başka bir ev vardı. Kapı delikli bir zırh gibiydi. Bir de küçük bir el biçiminde pirinç tokmak vardı (tarif ederek). Onu tıklatmaya bayılırdık. Özellikle biz İstanbul’dan gelenler için değişikti galiba. İkide bir kapıyı çalardık. En sonunda eve şikayete bile geldiklerini hatırlıyorum. Sen de vardın dimi o çetede, bak şu evin kapısını çalardık. Şu ev? Şu ev diye bir şey yok olmuş artık.

Zelve: (bakmaz, ama bilir) Evet, eskiden buraları ne kadar farklıydı. Arnavut kaldırımlı dar sokaklar, taş konaklar… Karşı ki evi yıktılar. Sahipleri on katlı apartman yaptırarak epeyi para kazandı diyorlar. O evi hatırlamaz mıyım? Girişte dikdörtgen bir avlu vardı. Evin odalarından birinin tavanı camlarla kaplıydı. Üst kattaki oda… Hatırladın mı?

Deniz: (duymaz, aklı başka yerdedir)  Nasıl bir reyha vardı mahallede …. Her evde pişen bütün kokuları hala duyabiliyorum. Nasıl bir reyha!!!

Zelve: Ben Sivaslıyım. Reyhadan falan anlamam, ne demek istiyorsun?

Deniz: Koku, Zelve! Kokulardan bahsediyorum…

Zelve: (anlamıştır, devam eder) Üç yaşımdaymışım. Annemle birlikte bu konağa geldiğimizi hatırlamıyorum bile. Sen daha doğmamıştın. Seninkilerin hepsi buradaydı. Ne günlerdi. Ama buralı gibiyim artık, gire çıka öğrendim her şeyi yıllardır. Herkesten daha iyi bilirim buranın reyhasını (dalga geçer gibi).

Deniz: (güler, Zelve’nin zekasının farkındadır)  Neden annen seni alıp gelmiş ki buraya, tuhaf ama hiç sormamışım şimdiye kadar.

Zelve: Bilmiyorum. Annem bana da hiç anlatmadı buraya geliş nedenimizi. Ama buraya Sivas’tan gelen birkaç kişinin anneme  “gavur dölü” dediklerini duydum. Ne anlama geldiğini anlayamadım bir türlü. Belki de annem de duydu bunları, aldı çocuğunu buraya hizmetçi olarak geldi. Aslında annesi de onlarla geliyor, anneannem yani… Üç kadın bir sabah gelip kapınızı çaldık.

Deniz: Evet, ne garip bir hikayedir bu… 

Zelve: Nereden tanırlardı dedeni, babanı? Çünkü bir kadının çocuğunu alıp bir başkasının konağına böyle rahatlıkla gelip yerleşmesi için güçlü bir nedeni olmalı. Öyle değil mi?

Deniz: Bence de…  Nereden buldular bu evi? Taa Sivas’tan gelip buraya yerleşmek…

Zelve: Bilmiyorum. Annem hiç anlatmadı.

Deniz: Bu eskiler bir garip Zelve’ciğim, hiçbir şey anlatmıyorlar, hiçbir şey anlatmadılar. Ben de o yüzden buradayım.

Zelve: (hatırlar) Ne günlerdi… Bir çamaşır yıkanırdı, koku bütün mahalleyi sarardı. Makine mi vardı?

Deniz: Aaaaaa! Iraz ninenin torba yoğurdunu hatırladım. Olamaz… Bunca yıl sonra. Hatırladım. O koku dün söylediğim kokuydu. Bütün eve sinen koku, torba yoğurdunun kokusuydu.  

Zelve: (sakin) Evet, her zaman yaparlardı. Bir de tarçın ve yenibaharı hatırlamış olabilirsin. Onu da çok kullanırlardı.

Deniz: (heyecanlı) “Surki” onun adı “Surki” idi. Kekik, kimyon ve biraz pul biber ve tuz ile karıştırılıp torbada süzülmeye bırakılan yoğurttu. Süzme yoğurttu. Hatırlıyorum, onu güneşte kuruturlardı.

Zelve: (güler, bilgece) Surki… Yaaa, Surki… Muhteşem bir mezedir.

Deniz: Bak bu Iraz değil mi, bahçedeki.  Tanrım ne kadar yaşlanmış. Artık iki büklüm.

Zelve: (gelir, bakar) Evet, çok yaşlandı ama hala yaşıyor. Bekliyor.

Deniz: Kaç yaşında?

Zelve: Tam tamına 101 yaşında….

Deniz: 101 yaşında?! 1915 yılında yedi yaşında olmalı. Her şeyi hatırlıyordur. Her şeyi. Bir dakika sen dün de bunu söylemiştin. Neyi bekliyor?

Zelve: (gayet olağan) Akrabalarını, kardeşlerini, kardeş çocuklarını, torunları… Kaybettiklerini…

Deniz: O Ermeni mi? Bunu sana niye soruyorum ki? Yani hep bildim bunu aslında. Onunla konuşacağım ama belki bana anlatmaz. Sen ne biliyorsun hakkında?

Zelve: Bilinecek çok bir şey yok. Bana her şeyi anlattı. Ailesini sürmüşler onu da ilin ileri gelenlerinden biri himayesine almış sonra da Müslüman olması koşuluyla  oğlu ile evlendirmiş. Ailesinden bir daha haber alamamış. Hala onları bekliyor. Hala…

Deniz: Hala mı?

Zelve: Sen olsan ne yapardın?

Deniz: Aynı şeyi… Sonuna kadar, sonuna kadar… Belki de bu yüzden bu kadar uzun yaşaması…. Sona hala kavuşamadı… Sonuna kadar…
(ışık değişir)

I. Cin: (ellerini sevinçle ovuşturur) Evde ilginç şeyler oluyor. Yıllardır ilk kez bu ev insanla dolup taşacak!

II. Cin: (korkunç bir sesle) İnsaaaannnnn! (değişir, sevinçle) Yaşasın, çok heyecanlıyım. Nihayet bu hayatta varolmamın anlamını bir kere daha idrak edeceğim. Allah’ım, bu güzel kuluna bunu yeniden ihsan ettiğin için çok teşekkürler.

I. Cin: Sen ne zaman Müslüman oldun Şükufeciğim?

II. Cin: (şaşırır) Olmadım. Hakkımızdaki iftiraları doğrular tarzda konuşma Allahaşkına Meftuneciğim, güya bazı cinler Müslümanlığı kabul etmişmiş….

I.Cin: Bak yine yaptın!

II. Cin: Ne yaptım?

I. Cin: Allah aşkına dedin.

II. Cin: Eeeee, demişsem ne olmuş?

I. Cin: Ya Allah aşkına (farkında olmadan), Allah aşkına dedin (tonlama farkı vardır), bu Müslümanlara özgü bir kelime değil mi?

II. Cin: (yakalamıştır) Hah, sen de dedin.

I. Cin: (korkar) Ayyy! Dedim. Evet dedim… Tövbe tövbe, biz ciniz. İnsanüstüyüz. Din dışıyız.

II. Cin: (yeniden yakalar, korkar) Ayyy! Tövbe tövbe dedin.

I. Cin: (korkar) Ayyy! Yine dedim. Ben, ateşten yaratılmış olan ben, ölümlü bir maddi bedene sahipmişim gibi, bir insanmışım gibi davranıyorum, konuşuyorum.

II. Cin: (ukalaca) Evet Meftuneciğim. Bunun sebebini izin verirsen kısaca analiz edeyim. Biz, yani ben, kendi adıma konuşursam, ben, tam olarak (parmak hesabı yapar), hesapladım, 313 senedir bu topraklarda yaşıyorum. Son yüz yılım zaten bu evde geçti. Bağlandım buraya, bırakamıyorum. Bu nedenle, yaşadığımız kültürden etkilenme gibi bir durumun ortaya çıktığı çok aşikardır. Ve…

I. Cin: (dehşet içinde) Evet asimile olmuşuz. İsimlerimiz bile Türkçe.

II. Cin: (dehşet içinde) Dilimiz bile Türkçe. Bak şu anda Türkçe konuşuyoruz. (gizlice) Fark ettin mi?

I. Cin: Ya yaaa!  Fark etmemiştim, şimdi fark ettim.

II. Cin: En kısa sürede gidelim buradan. Ben de bu arada hesapladım en az 150 yıldır yaşıyormuşum bu topraklarda ama bildiğin gibi bu eve birlikte gelmiştik.

I. Cin: Evet Zelve’nin annesiyle birlikte.

II. Cin: Yok, anneannesi ve annesiyle birlikte.

I. Cin: Zelve ölür, biz gideriz.

II. Cin: En az bir 40 yıl daha ha? O kadar yaşar mı acaba?

I. Cin: Yani aslında hızlandırmak elimizde

II. Cin: Tövbe de.

I. Cin: (güler) Ya şaka yaptım. İnsan ömrü tek müdahale edemeyeceğimiz alandır bilirsin. Bize yasaklanmıştır bu.

II. Cin: (dedikodu yapar gibi) OOO, ben ne cinler biliyorum. Ölümü hızlandırmanın bin türlü yolu vardır.

I. Cin: (bilgiççe) Onun koşulları kitapta belirtilmiştir. Zelve o kategoride değil.

II. Cin:  Peki ya Iraz? Çok acı çekiyor… Daha ne kadar dayanacak dersin?

I. Cin: (bilmektedir) Az kaldı. Bu sabah gaibe gittim, yeniden sordum, yakında dediler.

II. Cin: Yakında ne?

I. Cin: Yakında beklediğine kavuşacak.

I. Cin: (meraklı, heyecanlı) Deme!

II. Cin: Ben demedim, Gaib dedi.

I. Cin: Hadi inşalllahhhh!

II. Cin: Şu Deniz Hanım, buraya bir şeyleri kurcalamaya gelmiş.

I. Cin: O küçükken de böyleydi.

II. Cin: Bu kendileri için de tehlikeli bir şey değil mi?

I.Cin: Eğer kendileri isterse, biz bir şey yapamayız.

II. Cin: Buraya gelecek olan arkadaşlarını inceledin mi? Elinde ne gibi veriler var?

I.Cin: (bilgisayarını açar) Evet, Ece Aktaş; Deniz Hanım’la aynı üniversitenin sosyoloji bölümünde hoca. Hiç evlenmemiş. Daha çok kadınlarla ilgili çalışmalar yapmış. Doktora tezi…

II. Cin: (şaşkın, ürkmüş) Sen, sen ne yapıyorsun?

I. Cin: (sakin) Veri istemedin mi?

II. Cin: (bilgisayarı gösterir) Bu nedir?

I. Cin: (doğal) Bilgisayar.

II. Cin: (kızmıştır) Anam bizi ciniz. Kafayı mı yedin? Bilgisayar dediğin benim iki parmağımı şıklatmam yanında nedir ki? Unuttun mu? Sen acayip insanlaşmışsın. Yeteneklerini heder etme, soruyu sor, parmağını şıklat, işte sana cevap… (bu arada bir şeyler görür) Aman  aman, bu kadının geçmişi karanlık… (merakla, bilgisayara) Yazıyor mu bunlar orada?

I. Cin: (bilgisayara bakar) Yooo, hepi topu bu zaten.

II. Cin: (rahatlar) Ohhh, insan alemi hala bizi geçememiş. Çok şükür.

I. Cin: (merakla) Ne gördün? (o arada o da görür) Evet, ben de gördüm. Acı… Kadın çok acı çekmiş.

II. Cin: Evet, Ece bayağı feleğin sillesini yemiş gibi.

I. Cin: Ben onu kast etmedim. Annesini söylüyorum. Allahım bu ne acı!

II. Cin: Evet, doğru. Sen küçük kardeşe aşık ol sonra seni büyük kardeşle evlendirsinler. Ece’nin babasıyla…

I. Cin: Ya… Sonra o baba ölüyor

II. Cin: Amca… Hiç evlenmemiş, yani o sırada,  bu dikkatini çekti mi?

I. Cin: Evet, Abi ölünce habire evde, eve bakıyor. Ama aklı annede.

II. Cin: Annenin de onda. Küllenmemiş aşk yeniden alevleniyor. Ama bizim Ece bunu fark ediyor ve amcadan nefret ediyor.

I. Cin: (meraklı) Baba nasıl ölmüş? Cinayet mi?

II. Cin: Yok ben baktım, sen zahmet etme, Libya’ya işçi olarak gitmiş, orada inşaattan düşerek ölmüş,  sorun yok, tescilli bir ölüm bu.

I. Cin: Anne nerede, evet buldum. Aman Allahım, düşkünler evinde.

II. Cin: Ece, annesini oraya mı atmış? Peki amca?

I. Cin: Onu da buldum. Evlenmiş. 10 yaşında bir oğlu var.

II. Cin: Bunca sene sonra neden evlenmiş?

I. Cin: Araştıracağım. (kızgın) Yalnız ben bu Ece’yle uğraşırım arkadaş, bunu unutma ben onunla uğraşırım.

II. Cin:  (görünmeyeni görür) Geldiler, sesleri duyuyor musun?

I. Cin: (görünmeyeni görür) Evet, o kız kim? Ekipte bu yoktu.

(ışık değişir)

Deniz: (sokağa bakarken görmüştür) Geldiler! Zelve ben kapıya koşuyorum.
(kapıyı açar, Senem girer)

Senem: Merhaba ben Senem, arkeoloji ekibine son anda dahil oldum….

I. Cin: (Kapıda belirir) Bu?! Kokusu, bana birini hatırlattı…

II. Cin: (Kapıda belirir) Bana da… O mu?


Birinci Perde Sonu 


Yazardan izin almadan hiç bir yerde yayımlanamaz, alıntılanamaz, çoğaltılamaz  ve sergilenemez.


Program dergisi için bkz. 
http://kadinlarsahnesi.blogspot.com.tr/2016/03/sesler-kokular-ve-hatralar-program_8.html



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder